Mustafa'nın Telekom'la
ilgili çağrısına karşı çıkmak gibi anlaşılmasın ama konunun
etrafında birkaç noktaya değinmeden edemiyorum.
Birinci nokta haberleşme -- bunun içine radyo/tv ve basın da dahil
edilebilir -- hizmetlerinin ekonomik mahiyeti ile ilgili. Hatırlayan
var mı bilmiyorum, daha önce de yazdığım oldu; bu hizmetler,
tüketildiğinde tükenmeyen mallar sınıfına girer ve serbest piyasa
mekanizmasının vaat ettiği optimal refahın gerçekleşmesinin önündeki
başlıca teknik engellerden birisini oluşturur. Kısacası bu tür
mallar var oldukça görünmez el marifetiyle neoklasik teorinin
öngördüğü mutluluğa erişmek mümkün olmaktan çıkar ve kamu müdahalesi
gerekir. Bu dediğim ideolojik bir yorum değil, tamamen serbest
piyasa kuramının içinden kaçınılmaz olarak çıkan teknik bir
sonuçtur. Bu çeşit mal ve hizmetler piyasa şartlarına tabi
kılındığında optimal miktarda üretilmeleri mümkün olmaz. (Başka bir
alandan örnek vereyim. Eğitim hizmetleri de bu tür mallar sınıfına
girer. Piyasa sinyallerine göre çalışan vakıf üniversitelerinin
açmayacakları, örneğin Latince bölümlerinin devlet üniversiteleri
tarafından açılması zarureti vardır; aksi takdirde bütün toplum
zarar görür.) Bu malların üretiminde kamunun şu veya bu şekilde --
üretici veya düzenleyici olarak -- rol alması bu teknik nedenden
dolayıdır. Yine bu nedenle ne Fransa'da, ne Almanya'da, ne İtalya'da
veya ne de İngiltere'de kamu, Telekom altyapısı üzerindeki kontrol
edici hissesini özel kesime devretmiştir.
İkinci nokta tekelleşme ve rekabet arasındaki ikilem ile ilgili.
Telekom hizmetleri gibi önemli ölçüde büyüklük kazancı içeren üretim
faaliyetlerinde rekabet, maliyetlerin yükselmesine neden olur;
bundan kurtuluş yoktur. Yani rekabet her zaman kaynak israfını
minimize etmez, tüketicinin lehine işlemez. Öte yandan belirli
oranda özel tekelleşmeye izin verirseniz tekelci karları önlemek
için girift -- ve politik baskılara tamamen açık -- düzenlemeler
getirmeniz gerekir. Neyin uğruna bu sorunlarla uğraşmamız
gerektiğinin cevabı ise belirsizdir.
Üçüncüsü globalleşme-liberalizasyon-özelleştirme politikalarının
içinde ne olup ne olmadığı ile ilgilidir. Kendimi ayrı tutmadan
söylüyorum: bizimki gibi cahillerin
hükmettiği ve hükmedildiği ülkelerde bu politikaların ne olup ne
olmadığı ve neden gerektiği hem anlaşılmaz, hem anlaşılmadan ve
üstelik 5-10 yıl geç kalarak uygulanmaya çalışılır, hem de bu
politikalar hiç değişmez sanılır. Benim
gördüğüm kadarıyla bu politikaların bütün dünyada sonu geldi; 5-10
yıl sonra sanırım biz de farkına varırız.
Dördüncü nokta istihdam sağlayan kurumların politikacılar,
yöneticiler veya sahipleri tarafından alınıp satılması ve buna
yardım ve yardakçılık edilmesi ile ilgili. Kimseye sormadan, hesap
vermeden girişilen, aslında hiçbir meşruiyete dayanmayan bu
tasarruflar; bunların ekonomik yasaların gereği olduğu iddialarına
başvurulması ahlaksızlıktan başka bir şey değildir. Ahlaksızlık
derken
yine ideolojik bir niteleme yapıyor değilim; sadece sistem
düşüncesinin işaret ettiği bir keyfiyetin altını çiziyorum.
Son bir nokta da yerli-yabancı sermaye ayrımı ile ilgili. YA/EM
kongresinde yanıma birkaç genç yaklaştı; Erdemir’de çalışıyorlarmış.
Özelleştirmenin isabetli olacağı görüşündeydiler. Erdemir’in tek
başına büyüyemediğini ama mesela Mittal’e satılırsa kendilerinin de
Mittal olacaklarını ve dünya pazarlarında rekabet için gereken
büyüklüğe erişeceklerini, her şeyin daha iyi olacağını söylediler.
Böylelikle piyasa yasalarının, modern dünyanın ve teknolojinin
gereğinin yerine gelmiş olacağını, birinci lige terfi ederek
kimseden
eksik bir yanları kalmayacağına kendilerini inandırma çabası içinde
gibiydiler. Bununla birlikte Mittal'in stoklarını eritmek için
Ereğli'de üretimi durdurabileceği ve kendilerinin de işlerinden
olacakları kaygısı taşıdıkları da belliydi; ama başka seçeneklere
itibar ederek marjinal konuma düşmekten korkuyor gibiydiler. Bir iki
basma kalıp ezberi tekrardan öteye akıllarına hiçbir şey gelmeyen --
gelmemesi gereken -- başvekil ve maliye vekili gibi konuşuyorlar; bu
hikayeyi sorgulamaya kalkarlarsa marjinal duruma düşmekten endişe
ediyorlardı.
Yerli sermaye yabancı sermayeden iyi ya da kötüdür demiyorum ama,
çocukların halini görünce içim acıdı.
Sevgilerle.
Çağlar Güven
Sat, 30 Jul 2005 16:49:37 +0300 |