Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler  

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

Akademik özgürlük, özerklik


Çağlar Güven

Birikimler

Biz Bize

Akademik özgürlük, hakikate dair bilgi ve kavrayışa ulaşma amacıyla; yerleşik çıkarlar veya sosyal normlara aykırı da olsa; sorgulama, araştırma, ulaşılan bilgi ve kavrayışı aktarma, öğretme, yayma ve yayımlama hak ve dokunulmazlığı olarak tanımlanabilir. Üniversite kavramının temelini oluşturan özgürlüğün üniversite dışından gelen kısıtlayıcı baskılarla karşılaşması hemen her yerde ve her dönemde gözlenebilir. Ancak özgürlüğü kısıtlayan etkenler dış baskılarla sınırlı değildir. Özerkliğin, özgürlüğün tamamlayıcısı olup olmadığı ise sorgulanması gereken ayrı bir konu. Bu yazı akademik özgürlüğün toplum için yaşamsal önemini ortaya koymaya ve karşısındaki engelleri tartışmaya çalışacak.1

BİLGİ iHTİYAÇLARI

Diyebiliriz ki insan yaşamının bütün amacı dünyayı bilebilmek, yani bilgiye ulaşmaktır. İnsanlık pratiği bir bilgi arama uğraşı, bir sorgulama eylemi olarak tanımlanabilir. Bu sorgulamadan beklenen doğayı açıklamak ve insanlık haline anlam yüklemektir. Sorgulama ile bilginin çoğalması ilerleme anlamına gelir; bilgiye erişimi engellemek ve bilgiyi örtülemek ise gericiliktir.

Aradığımız bilgi tam olarak neye dair olacak? Bizim dışımızda bizden bağımsız olan realiteye mi, yoksa hem realiteyi hem de bizi içine alan hakikate mi? Realite ve hakikat arasındaki farka bir örnek verelim. Sorgulanan nesne bir otomobil olsun. Otomobile ait bilgiye ulaşmak için analize başvurabilir; otomobili parçalara ayırarak motor, ateşleme, süspansiyon vs. hakkında gözlem ve deney yoluyla bilgi edinir ve bu bilgilerin sentezinden otomobil realitesine dair bilgiye ulaşabiliriz. Ancak sorgulayıcı özneyi de içine alan; ulaşım ağları, trafik kural ve kazaları, hava kirliliği, otomobil yarışları veya otomobilin bir prestij sembolü olması gibi pratikle anlam kazanan tamamlayıcı başka boyutlar da var. Analizle erişilmesi mümkün olmayan bu bilgilerin bütünü otomobile ait hakikati oluşturur. Kısacası sorgulanan sistem hakkında hakikate ulaşmak için öncelikle o sistemi de içine alan üst sistemlere dair bilgi ve kavrayışlar edinmek gerekir.

Ne tür bilgilere ihtiyacımız olacak? Kant'ın tasnifini göz önüne alarak şöyle diyebiliriz:

(i) Doğaya hâkim olmak için realiteye dair teorik bilgi;

(ii) Bireyler arası ilişkileri düzenlemek için hakikate dair pratik bilgi; ve

(iii) Özbenliğimize ilişkin baskılardan kurtulmaya ve özgürleşmeye dair bilgiler.

Benzer tasnifler yapan antik Yunan düşünürleri şunu görmüşler: Teorik bilgiye ulaşmak akılcılıkla mümkündür, bilgi ancak aklın eseri olabilir. Bilim kavramı antik Yunan'da bu şekilde ortaya çıkıyor. Günümüzde teorik bilgiye fen bilimleri ve bilimsel yöntem ile ulaşıyoruz. Teorinin uygulamaya konarak tekniğe dönüşmesi bilginin pratik alana taşınması anlamına geliyor. Burada sosyal bilimler, beşeri etüdler ve hukuk gibi disiplinlere ihtiyaç var. Pratik bilginin belirleyici özelliği ahlaki olmasıdır; insanlık pratiği ahlaki tercihlerden oluşur. Fen bilimlerinin bütün uygulamaları ahlaki seçimler içerir, yani teorik bilgi pratikten bağımsız olamaz. Üçüncü tür bilgi ise sanat, estetik, edebiyat ve felsefe gibi insani değerlere ilişkindir. Bu bilgi esas itibarıyla yerleşik ahlak sınırlarından bağımsızdır.

BİLGİNİN BÖLÜNMEZLİĞİ

Bilginin ihtiyaçlara göre sınıflara ayrılması bunların kendi aralarında bağımsız oldukları anlamına gelmez. İnsanlık pratiği gibi bilgi de bölünmez bir bütündür ve sorgulama faaliyeti bu bölünmezliği gözetmek zorundadır. Bu anlamda, teori pratikten ayrılamaz. Ancak eski Yunanlılar şunu da fark etmişler: Pratikle ilgili sorunlar teori sorunlarına indirgenmemeli. Pratiğin konusu olan siyaset ve hukuk gibi disiplinler fen bilimlerinde geçerli olan yöntemlerle ilerleyemez; bilim analitik, pratik ise diyalektik yöntemle ilerler. Yunan düşünürlerin bu kavrayışından şunu anlıyoruz: Teorinin pratikten ayrılığı yöntem itibarıyla kabul edilebilir; ancak hayatın bölünmezliği teorinin pratikten ayrılmazlığına işaret eder. Dolayısıyla bilgi ihtiyaçlarını sınıflandırmak sorgulama eyleminin birbirlerinden ayrılmış kulvarlarda sürdürülebileceği anlamına gelmez.

POZİTİVİZM

Yöntem konusunda karşımıza şu soru çıkıyor: Sorgulama tarafsız, yani nesnel olabilir mi; sorgulayıcı özne sorgulanan nesneden yalıtılarak ayrılabilir mi? Bu sorunun iki farklı cevabı var: (i) Özne nesneden ayrılabilir, nesnellik mümkündür ve realite bilinebilir. (ii) Özne nesneden ayrıştırılamaz, mutlak nesnellik sağlanamaz, realite yoruma tabidir. Birinci cevap pozitivist anlayışı sergiler, buna göre değer yargılarından arınmış nesnel bir sorgulama mümkündür. Bu sayede realiteye ilişkin bilgiye ulaşabiliriz. İkinci cevap eleştirici bir anlayış sergiliyor. Buna göre özne-nesne ayrılığı mümkün olamaz, realiteye dair bilgilerimiz mutlak bir nesnellikle elde edilemez. Bu ikinci cevap sadece felsefi bir görüş içermiyor; Heisenberg'in 1927'de ileri sürdüğü belirsizlik ilkesi özne-nesne ayrılığının fizik araştırmalarında dahi geçerli olmayacağını ortaya koydu. Kaldı ki tüm gözlemler algılama organlarımızın süzgecinden geçmek zorunda olduğundan her zaman tahriflere açıktır. Kısacası nesnellik sağlama çabası, sosyal bir süreç neticesinde mutabakat sağlamaktan öteye taşınamaz ve ister istemez değer yargıları içerir.

Bu gerçeklere rağmen pozitivist anlayış etkisini günümüzde de sürdürüyor. 19. yüzyılda teknolojinin büyük bir güç olarak ortaya çıkması pozitivizm sayesinde oldu. Pozitivizme göre bilimsel sorgulama pratik sorgulamaden ayrılabilir ve bilim değer yargılarından etkilenmeyen platformlarda yol alır. Oysa örneğin, bilimsel araştırma gündem ve bütçesi, laboratuvarda yapılacak gözlem ve deneylerin neyi içereceği gibi kararlar pratik tercihler içerir. Şunu da ekleyebiliriz: Sanayi devrimi ile öne çıkan teknolojik tercihlerin pratik üzerindeki etkisi giderek artan ölçüde sürmektedir. Pratik tercihlerin çoğu kez tartışılmadan kararlaştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Pozitivist söylem, deyim yerindeyse, teorinin arkasına sığınarak egemen sınıfların çıkarı doğrultusunda fütursuzca kullanılıyor.

Bu yaklaşımın vahim sonucu bilimin, sözde bir nesnelliğe sığınarak kendisini pratikten ayrı göstermesi ve bundan yararlanacak çıkarlara alet olma tehlikesi ile yüz yüze kalmasıdır. Nitekim bu gelişmeler sonunda toplum yaşamını doğrudan etkileyen kararların, bu kararları alma yetkisini adeta gasp eden "uzmanlarca" alındığı antidemokratik bir aşamaya ulaştık. Örnekleri her alanda görülebilir. Merkez bankalarının bağımsızlığı, piyasaları denetleme görevi yapan "üst kurulların" ihdası gibi neoliberal düzenlemeler hep bu sözde "nötr" uzmanlık iddiasının tezahürleridir.

İşlerin buraya varmasının başlıca nedeni dünyaya hükmeden kapitalizmin, sermaye birikim sürecini teminat altına alma endişesidir. Kapitalizm bu uğurda bilimi kendi yanına almak, bilimsel gerekçeler kisvesi altında kendi hedeflerini kabul ettirmek için her şeyi yapıyor. Kapitalizmin amaçlarının çoğu kez söylendiğinin aksine, demokrasi ile bağdaşması zordur. Gerek bilimin gerek toplumsal pratiğin karşı karşıya olduğu; kısacası modernitenin yol açıp da çözümünü bulamadığı çağımızın büyük açmazı budur. Meşruiyeti belirsiz bir iradenin yaşamımıza hükmetmesidir.

HAKİKAT KURAMI

Hakikatin sorgulanması, yani bölünmez bilgiye ulaşma çabası klasik bilim yönteminin ötesinde çetrefil zorluklar içerir. Newton döneminden bu yana yürürlükte olan bilim paradigmasının geçirdiği ve bugün de devam eden dönüşümün temelinde bu yatar. Modern bilim realitenin lineer neden-sonuç ilişkileriyle açıklanamayacak ölçüde kompleks olduğunu ortaya koyuyor. "Her sonucun bir nedeni vardır" gibi Newtoncu bilim paradigmasının temelinde yatan faraziyelerin kabul edilmesi artık mümkün değil. Anlıyoruz ki evren ve dünya kompleks bir sistemdir ve her sonucun bilinmeyen sayıda ve bilinemeyecek birçok nedeni olabilir. Kompleksite kuramı yalınkat neden-sonuç ilişkilerine dayanan açıklama ve öngörme yöntemlerinin geçerli olmadığı yeni bir realiteye işaret ediyor. Yeni paradigma arayışları bilimin gündemindedir. Bu da bir kez daha gösteriyor ki nesnellik fen bilimlerinde dahi ancak sosyal mutabakat süreçleri ile sağlanabilir. Kısacası nesnellik toplum pratiğinden bağımsız biçimde tanımlanamaz.

Fen bilimlerinde durum böyle iken pratik ve özgürleşmeye dair önermelerin geçerliliği nasıl doğrulanacak? Toplumsal yaşamın devamı için gereken kendini yeniden üretme eylemi dışsal ve içsel iki farklı alanda cereyan eder:

(i) Maddi üretimi ve devleti içeren, para ve iktidar ilişkilerinin yer aldığı dış alan; yani sistem.

(ii) Kişilerin anlaşma ve uzlaşma ihtiyaçlarına ve özbenliklerine hitap eden; kültür ve kişilik alanı; yani yaşam dünyası.

Yukarıda açıklandığı gibi geç dönem kapitalizminde yaşam dünyası sistemin saldırısı altındadır; bilginin bilgiye tahakküm ettiği, hakikatin inkâr edilebildiği bir dönemdeyiz. Pratiğe ve özgürleşmeye dair önermelerin geçerliliği ancak bütün baskılardan arındırılmış sosyal mutabakat süreçleri ile sağlanabilir. Bunun için elimizde birisi diyalektik diğeri eleştirel iki yol var:

(i) Önermeleri karşıt önermeler önünde sonuna kadar sorgulamak;

(ii) hiçbir önermenin mutlak olmayacağını kabul etmek.

Bunları yerine getirdiğimiz ölçüde doğrulama işlemi sosyal bir süreç dahilinde yerine gelmiş olacak.

Toplumsal ilerleme, öneri veya tezlerin çatışmasıyla; ama tezlerden birinin galip gelmesiyle değil, önceden bilinmeyen bir sentezin tezahürü ile mümkündür. Bir tezin galip gelmesi, sadece o tezi savunanların beklediği sonucu doğurmaz. Tezimizi savunurken neticeden emin olamayız; ama becerirsek eğer, hiç bilmediğiniz yeni bir kurgu ortaya çıkar, bilinmedik ufuklar açılır, hayat zenginleşir. Ama tezimizi savunmazsak bunlar gerçekleşmez. Yani tahayyüllerimizi gerçekleştirmeye çalışmak iyidir ama insan pratiğinin diyalektiğini görmezden gelmemek ve bağnazlık çizgisini aşmamak kaydıyla. O çizgi işte şuradan geçiyor demek de bir önermedir; rasyonalite, yani akıllılık bunu yaparken hataya düşmemek anlamına gelir. Hakikat arayışında son nokta bundan ibarettir ve bu gerçek akademik özgürlüğün hayati öneminin altını çizer. Kısacası akademik özgürlük olmadan ne teorik, ne pratik ne de özgürleştirici bilgiye ulaşmak mümkün olabilir.

AKADEMİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE ÖZERKLİK

Egemen sistemin siyaset vasıtasıyla akademik özgürlüğü doğrudan ve açıkça kısıtlaması konusunda fazla söz söylemeye gerek yok. Bu kısıtlamalardan daha vahim olan, sistemin dolaylı yoldan dayattığı, yaşam dünyasına tecavüz eden ve kendiliğinden harekete geçen kısıtlamalardır. Yaşadığımız dönem, sistemin gereklerini sorgulamak yerine içselleştirerek kabul eden zihniyetin ödüllendirildiği bir dönem. Bir çeşit otosansür akademiyi ve üniversiteleri adeta tutsak aldı. Bu engelleme açık zorbalıktan daha sinsi, daha etkili ve daha tehlikelidir. Üniversite eskiyi tekrarlayan kısır bir makineye döner; yeniyi inşa etme, toplumu geleceğe taşıma misyonu unutulur. Akademinin namusu direnmeyi göze alarak yalnızlığa itilen bir avuç azınlığın omuzlarına yüklenir. Bugün gidiş ne yazık ki bütün dünyada bu yönde.

Bu koşullar altında üniversite özerkliğini iki yanı keskin bir bıçağa benzetebiliriz. Kısıtlanmış bir özerklik akademik özgürlüğü de kısıtlayacağı gibi bazen öyle olmadığı da görülebilir. Özerkliği değerlendiren bir Avrupa Birliği projesi var. Orada elde edilen sonuçlara kısaca bakabiliriz2. Uygulanan metodolojide özerklik; örgütlenme özerkliği, mali özerklik, istihdam ve özlük özerkliği ve akademik özerklik olmak üzere dört ana eksende tanımlanmış ve 29 ülke arasında sıralamalar yapılmış. Buna göre örneğin Birleşik Krallık üniversiteleri, dört ölçütte de ön sıralarda yer alıyor. Son güncellemede yer almayan Türk üniversiteleri 2015 değerlendirmesinde, dört ölçüte göre, 28., 23., 21. ve 25. sıralarda yer alıyor. Bu sonuçlar şaşırtıcı sayılmayabilir. Ancak 2016 güncellemesine göre Fransız üniversitelerinin 20., 24., 27. ve yine 27. sırada olduğunu görüyoruz.

Anlaşılıyor ki Türkiye özerklikte Fransa'ya göre daha kötü durumda değil. Öte yandan, sıralamalar incelendiğinde özerklik ile özgürlük arasında birliktelik olduğunu, özerkliğin akademik özgürlük için bir teminat oluşturduğunu söylemek kolay görünmüyor. Bu bağlamda özerklik sıkıntısı olmayan seçkin birçok ABD üniversitesinin akademik özgürlükleri bir yana koyarak, esas itibarıyla sermaye sınıfının ihtiyaçlarına cevap verdiğini de hatırlayabiliriz. O halde soralım: Sistemi sorgulama görevlerini unutan, toplum sorunları karşısında sessiz kalan üniversitelerimizin tam özerklik kazanmalan neye ve kime hizmet edecektir? ■


1 Yazıda akademik formalizmi esneterek okuma kolaylığı sağlamaya çalışacağız.

2 European University Association, “University Autonomy in Europe”, http://university-autonomy.eu, erişim tarihi 8 Mayıs 2017




Çağlar Güven
Cumhuriyet Ek - 17 Mayıs 2017

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler