Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler  

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

Kümes

Murat Erdin


 

 

Elektrik malzemeleri almak için Kuzey Amerikanın en büyük inşaat malzemeleri satış mağazaları zinciri Home Depot un bizim eve yaklaşık bir mil uzaktaki dev satış merkezine gittim.

Hava çok soğuktu. Toronto buzdan bir kent görünümündeydi. Gökyüzünde pırı, pırıl bir güneş, hava sıfırın altında yirmi derece! Arabamdan mağazaya kadar koşarak gittim. İçerisi sıcacıktı. Sağa sola bakınırken, birden onları farkettim. Üç kişiydiler. Bir kadın, iki erkek. Kadın iki hırkayı üstüste giymiş, başörtülü, uzunca etekli, orta yaşlı biriydi. Eteğinin altına, kalın yün çoraplar giymişti. Yere dayanmış tel rulosunu tutarken, bir yandan da yanındaki ellerini arkasında bağlamış, etrafa meraklı meraklı bakan adama bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Üçüncü adam, yanlarından uzaklaşırken bir şeyleri işaret ediyordu. Herhalde aradığını görmüştü. Onlara doğru yürümeye başladım. Yaklaşınca, durdum, raflara göz atar gibi yaptım, ama yan gözle de onları duymaya çalışıyorum. Kadın, göz uçuyla beni işaret etti yanındaki adama ve “Su gavur, demikten beri bize bakıyo. Deli mi ne?”. Adam umursamaz bir bakış attı bana, hiç oralı olmadan raflara bakmayı sürdürdüm, kadına döndü “Ne bakması gız, herif bişiyler arıyo, görmüyon mu!” diye tersledi. Türktüler, artık emindim, yanlarına yaklaşıp “Merhaba, nasılsınız” dediğimde, yüzlerinin aldığı şekli tarif edemiyorum. Adam kendini toparladı “Sağolasın, iyiyiz, çok şükür. Sen nasısın beyim. Sen Türksun galiba?” dedi. Türk olduğumu, Torontoda yaşadığımı, ev için elektrik malzemesi aldığımı söyledim. Çok meraklanmıştım, bu insanlar buraya nasıl gelmişlerdi acaba, ne alıyorlar, nerede yaşıyorlar, geçimlerini nasıl sağlıyorlardı? Kadının eliyle destek olduğu teli gösterdim ve sordum “Hayırdır, bu telle ne yapmayı düşünüyorsunuz?”. Adam cevapladı “Abi, biz dört ayile bir ev tuttuk. Evin arka bahçesi çok büyük. Baharın gelmesine iki ay var, arka bahçeye kümes yapalım da hazır olsun, bir kaç civciv alırız, tavuk, yumurta yeriz diye düşündüydük, sıkıntıdan ne yapçamızı şaşırdık, bari bişeylerle uğraşalım dedik”. Tanrım, bu insanlar, burada şehir sınırları içinde besi ve kümes hayvanı beslemenin yasak olduğunu bilmiyorlardı. Buraya nasıl ve ne zaman geldiler ki acaba? Kimi kimsesi yok bu insanların, nasıl geçiniyorlar ki? Adama “Burada kümes hayvanı beslemek yasak. Bu aldıklarınızı bırakın bence. Gelin size şurada birer kahve ısmarlayayım vaktiniz varsa. Biraz sohbet ederiz” dedim. Kadının nedense benden korkmuş gibi bir hali vardı, üçüncü adam da yanımıza geldi, o biraz daha gençti. Üçünü de alıp, kahve servisi yapılan bölüme götürdüm. Kahveleri aldıktan sonra sabırsızlıkla sordum “Eee, hoş geldiniz, nasılsınız, ne zaman geldiniz buralara? Yakınlarda bir yerlerde mi yaşıyorsunuz?”

Hikayeleri oldukça ilginçti. Buraya mülteci başvurusu yapmak için gelmişler. Dört ay olmuş geleli. Çorumlularmıs. Mülteci başvurusunu Kanadaya giriş yaptıkları havaalanında yapmışlar. Bir hemşehrilerinin yanında üç beş gün kalmışlar. Devletten paraları olmadığı için yardım istemişler, adam başı beşyüz dolara yakın bir aylık bağlamış Ontario hükümeti. Okula başlamışlar, İngilizce öğrenmeye çalışıyorlarmıs, ama çok zor, nasıl olacak bilmiyoruz dediler. Yanlarında kaldıkları ahbapları eski tek katlı bir ev bulmuş bunlara. Evin büyücek bir bahçesi varmıs. Hayatlarından şimdilik memnunlarmıs. Türkiyede işleri, arazileri yokmuş, burada hiç değilse karnımızı doyuruyoruz, başımızı sokacak bir yer bulduk. Kanada Hükümetinden Allah razı olsun, bize sahip çıktı diye de minnetlerini belirttiler. Bende önlara “Hoş geldiniz, hayırlı olsun, umarım burada mutlu olursunuz” dedim. Başka ne diyebilirdim ki. Kulaklarıma kadar kızarmıştım ve nedense içimi anlatılması güç bir keder kaplamıştı. Üçünün de yüzlerine baktım, bana ısınmışlardı, saygılı bir edayla gülümsüyorlardı. Kadın merakını yenemedi “Abi sen okumuş birine benziyon. Doktur, Mühendiz gibi yani”

Onlara, neden tanıdıklarının kümes hayvanı besleyemeyeceklerini söylemediğini sordum. Genç olanı cevapladı “Abi, biz Hükümete burda kimseyi tanımıyoruz, bize kimse tavsiyede bulunmadı dedik. Şimdi, mahkeme bitene kadar beni pek arayıp, sormayın dedi bizim tanıdık. Ekmek, yemek alacağımız yerleri gösterdi, bankada ev sahibinin hesaptan kirayı otomatik çekebileceği bir işler ayarladı, bize avukat buldu, biz de çok mecbur kalmayınca aramıyoz onu artık. Bu kümes işi dün aklımıza geldi. Sahi biz teli kestirdiydik, adamlar şimdi bişey demesinler, artık alacaz o teli galiba”. Hiçbirşey almak zorunda olmadıklarını söyledim. Hiçbir şeyden de korkmayın diye ekledim. Eğer sizden her ay yaptığı iyiliklere karşı para isteyen varsa, sakın vermeyin dedim. Kartımı uzattım “Sorununuz olursa bana telefon edin” dedikten sonra müsaade isteyip ayrıldım.

Aramadılar, bir daha da görmedim o insancıkları. Bana yıllar önce Türkiyede seyrettiğim bir filmi anımsatmışlardı. “Umuda yolculuk”tu filmin adı. Hiç unutmam, o film ödül almıştı bir yerlerden; ödül aldığı günün akşamı TRT televizyonunun spikeri “Türkiyenin başarışı” olarak lanse etmişti ödülü. Filmi görmediğim için hiç bir şey düşünmeden aldım bu “Türkiyenin başarısı” lafını, beynimin bir yerlerinde sakladim. Filmi seyrettiğim gün aklıma geldi spikerin yüzü ve olayı Devlet televizyonunun bir başarı hikayesi olarak vermesi. Ne diyeyim ki? Yoruma ne hacet var? Tarihimiz başarılar manzumesi. Bu insanlar da herhalde bir başka başarı hikayesinin kahramanları...

Murat Erdin, Toronto, Ocak 2000

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler