Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır. |
|
Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler |
Liberaller, Üçüncü Yollar ve Kompleksite Çağlar Güven |
||
Türban konusunda bir çok görüş açıklandı. Türbana karşı çıkanlar üniversitede dinsel simgelerin vicdan özgürlüğünü baskı altına alması, kadın-erkek eşitsizliğini derinleştirerek yaygınlaştırması, laikliği zedelemesi gibi endişeler ileri sürerken türban yanlıları örtünme özgürlüğü talep ediyorlar. İki tarafa da katılmayan üçüncü yolcular ise farklı pozisyonlar oluşturmaya çalışıyorlar. Bunların arasında önce AKP’yi demokratikleşmenin siyasi aracı olarak görürken özellikle MHP ile ittifaktan sonra hayal kırıklığına uğrayan liberal aydınlar olduğu gibi kendisini solda tanımlayanlar da var. Örtünmeyi kendileri için talep etmedikleri aşikar olan bu insanlar anlaşıldığı kadarıyla şöyle düşünüyorlar: Toplumsal değişim ve ilerleme, bütün kesimlerin tercih ve iradelerinin sentezi ile mümkündür. Talep ve ihtiyaçlar özgür bir ortamda dile getirilmeli, toplum dinamiklerinin önünü tıkayan müdahaleler ortadan kaldırılmalıdır. Seçkinlerin iradesini yansıtan dayatmalar ve üstyapı kurumları toplumun altyapısına aykırı düşerse beklenen yerine gelmez, ilerleme sağlanamaz. Özgürlük olmadan birey olunmaz, demokrasi gelişmez. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesinin birinci maddesinde bütün insanların özgür, eşit ve insanlık onuruna sahip oldukları yazılı. Beyannamede sözü edilen eşitlik kanun önünde eşitliğin ötesinde, fertlerin doğuştan sahip oldukları temel bir hak olarak tanımlanmış. Ancak özgürlük, eşitlik ve insanlık onuru arasında hiyerarşik bir sıralama yapılması mümkün olmadığından örtünme özgürlüğü ile kadın-erkek eşitliği arasında bir ikilem ortaya çıkmış gibi görünüyor. Durum buysa acaba hangi taraf gelişme ve demokrasiden yanadır, veya ahlaken üstün konumdadır? Bu soruları insan topluluklarını bir sistem olarak tanımlamadan cevaplandıramayız. 17 Şubat tarihli Radikal’de İsmet Berkan “Fizikten metaforlar çıkartmak” başlıklı yazısında toplumu bir sistem olarak yorumlama konusuna değinmiş. Berkan, toplumları yönlendiren yasalara aşırı ölçüde belirlenmezlik veya bilinmezlik atfeden post-modernist görüşlere karşı çıkarak determinizmin tamamen ihmal edilemeyeceğini hatırlatıyor. Kuantum düzeyindeki belirsizlik ve ihtimal yasalarının makro düzeylere uygulanamayacağına işaret ediyor ve toplumun hareket yasalarının bizi aydınlatacağını ileri sürüyor. İsmet Berkan fizikten aktarılan metaforları toplumbilimlerine uyarlamanın sakıncalarına işaret ederken haksız değil; ama öte yandan toplumbilimlerinde uzun zamandır benimsenmiş denge, istikrar, kararsızlık, dalgalanma, geçiş dönemi vb. birçok kavramın fizikten alınmış olduğunu da hatırlamak gerekir. Konuyu tartışabilmek için İsmet Berkan’ın değindiği belirlenmezlik kavramını biraz daha açmak yararlı olacaktır. Belirsizlik veya belirlenmezlik gibi kavramlar alemi bir makina gibi gören Newton’cu bilim paradigmasının sorgulanması sonucunda ortaya çıktı. Bu sorgulama kuantum fiziğine münhasır değildir; 20. asrın ortalarında örneğin biyolojide de gözlenir. Biyologlar organizmaları çevrelerinden yalıtarak analiz etmenin yanlış olduğunu gördüler. Bütünü parçalara ayırarak ilkin parçalar hakkında bilgi edinme ve sonra da bu bilgileri birleştirerek bütün hakkında bilgiye erişmenin her zaman mümkün olmadığı anlaşılmaya başladı. Kartezyen yöntemin kompleks sistemleri anlamak için yetersiz olduğu görülünce “Genel sistem teorisi” adı altında metodolojiler önerildi. Benzer arayışlar fizikte, meteorolojide, klimatolojide de hız kazandı. Sistem yaklaşımı veya sistem düşüncesi olarak da tanımlanan bu sorgulama metodolojileri, yöneylem araştırması alanında da başından beri kullanılmaktadır. Bütün bu çalışmaların ortak paydası kompleksite ve kompleks sistem kavramıdır. Kompleks bir sistem önceden var olmayan ve fakat sistemi oluşturan parçaların bir araya gelmesiyla ortaya çıkan nitelik ve kabiliyetler sergiler. Bu kavrayış insan toplumlarını anlama açısından çok önemlidir. İnsan topluluklarının oluşturduğu sosyal sistemler bilebildiğimiz en kompleks sistemler arasındadır. Kabaca söylersek sosyal sistemler geçmişten bu yana izledikleri yol ve süreçlere, tabi olunan koşullara ve gelecekle ilgili bekleyişlere göre evrilen; dış etkilere doğrusal olmayan tepkiler veren; üretim sistemleri, sınıf ilişkileri, iktidar mücadeleleri, bu mücadelelerle oluşan mevziler, hukuk, kültür ve yaşam alanlarını ihtiva eden iç içe geçmiş yapılardan ve bu yapıların ortaya getirdiği kabiliyet ve niteliklerden oluşur. Kompleks bir sistem alemde mevcut bütün sistemlerle kuvvetli veya zayıf ilişki içindedir. Dolayısıyla herhangi bir zamanda sistem üzerinde etkili olan koşulları tam olarak belirlemek mümkün olmaz. Bu nedenle kompleks sistemler için genellemelere dayalı öngörülerde bulunmak kolay değildir. Belirlenmezlik veya bilinmezlik işte bu nedenle ortaya çıkar. Kompleksite teorisi bu belirlenmezliğin aşılmasının mümkün olmayacağına işaret ediyor. Yani bu bilinmezlik post-modernist bir safsata değildir; aslında Newton zamanında bile farkına varıldığı halde ancak 70’li yıllarda matematiksel formalizme kavuşturulan ve bütün kompleks sistemlerde mevcut olan temel bir özelliktir. Kısacası, kompleksite teorisi bize, kompleks sistemleri anlayabilmek için artık Newtoncu anlayışta yer almayan yeni epistemolojik kavrayış ve metodolojilere ihtiyaç olduğunu söylüyor. Bu ihtiyaç reel koşullarca dikte edildiği halde bilim pratiğinde beklenen dönüşümlerin ortaya çıkması zaman almaktadır. Zorluk kompleks sistemlerin baş edilmesi zor çetrefilli yapısından ileri gelir. Sistem düşüncesi ve kompleksitenin toplumbilimlerine yansıması ise az sayıda araştırmacının çalışmaları dışında henüz başlangıç aşamasında bile sayılmaz. Tabii bütün bunlar toplumbilimlerinin geleneksel metodolojiyle bir yere varamayacağı anlamına gelmiyor. Zaaflarına karşın pozitivist yaklaşımla kimi genellemelere ulaşmak mümkündür. Ama geleneksel metodoloji ile Türkiye’de kayda değer bir bilgi birikimi sağlandığını söylemek çok zordur. Cumhuriyetin ilk döneminde üniversite reformlarıyla her alanda ve toplumbilimlerinde de başlatılan teşebbüsler devam ettirilemedi. Özellikle 50’li yıllardan itibaren faaliyetler büyük ölçüde şablonculuğa ve batıda yapılan araştırmaların kesilip biçilip bize giydirilmesine dönüştü. Birçok kıymetli çaba hariç tutulursa toplum kesimlerinin ihtiyaçlarını, taleplerini ve beklentilerini saptayan, eğilimleri ortaya çıkaran, elde edilen bulguları sentezleyerek yorumlayan ve yayan, toplumun yöneldiği istikametleri aydınlatan araştırma ve bilgilerden genellikle yoksunuz. Ne dindar vatandaşlarımızın beklentilerinden, ne ekonomik ve sosyal tercihlerinin ne yöne evrildiğinden, ne Kürt vatandaşlarımızın tam olarak ne istediğinden, ne de bütün buna benzer meselelerimizin bizi hangi yol çatallarına taşımakta olduğundan doğru dürüst haberimiz var. Son 50 yılın sosyalist mücadelesi dahi halkın gerçekleriyle bağ kuramadığı için onun bunun reçetesiyle paramparça olmaktan kurtulamadı; büyük fedakarlıkları göze alan kuşaklar savrulup gittiler. Hala aynı bilgisizlikle malul olduğumuzu türban tartışmalarıyla yeniden görüyoruz. Toplum gibi kompleks bir sistem deterministik yasaların işaret ettiği yönlere doğru mu hareket eder yoksa müdahalelerle yönü değiştirilebilir mi? Seçilecek istikameti hangi güçler tayin eder? Toplumun hareket yasalarının tayin ettiği ve çoğunluğun beklentilerini yansıtan güçlü dalgalar mı belirleyicidir yoksa kudret ilişkileri neticesinde yapılan müdahaleler mi? Bunun cevabını kestirmeden bilemeyiz ama kompleksite teorisi en küçük iradi müdahalelerin dahi küçümsenmemesi gerektiğini söylüyor. Amazonda kanat çırparak Japonya’da tayfuna yol açan kelebek örneği abartılı görülebilir ama ifade ettiği fikir fantezi değildir. Nitekim şimdi doğada mevcut muazzam miktarların yanında lafı bile olmayan karbondioksit atıklarımızın iklim değişikliği gibi gelişmelere yol açabildiğini görüyoruz. Laiklik kendiliğinden mi yoksa yüzyıllar süren kanlı kavgalar sonunda mı ortaya çıktı? Bağlamından ve arka planından soyutlayarak türbanı bir özgürlük sorunu olarak ele almak bilim mantığı ile bağdaşmaz. Kompleksiteyi ve onu doğuran tarihi süreçleri göz önüne almayan ve alamayan tekilci ve yalınkat yaklaşımlar, mesnetten yoksun, nereye çekilirse oraya uzayan yorum ve yakıştırmalardan öteye gitmez. Hegel’in işaret ettiği gibi hakikat (bölünmez) bir bütündür ve tarih insan iradesinin hikayesi değilse nedir? Üçüncü yol arayışlarında bireysel özgürlükler öne çıkarılırken toplum dinamiklerinin işaret ettiği determinizm de ister istemez öne çıkar. Bu durumda iradi müdahaleleri adeta işlevsiz bir çaba olarak görme tehlikesi vardır. Zihin karışıklığı kısmen bilgi yetersizliğinden ileri gelse de asıl neden modernitenin gelip dayandığı açmazdan kaynaklanıyor. Özgürlük ve demokrasi talep ederken modernitenin iç çelişkilerinin yarattığı ve bütün özgürlüklerin yok olması ve insanın yaşam alanının topyekün tahribine yönelen sürükleniş görmezden gelerek bir yere varılamaz. Bugün türbana özgürlük getirmeye çalışan ittifak bu sürüklenişi besleyen sistemin ve iradenin siyasal aracı ve örgütüdür. Liberallerin öyle bir gündemi var mı bilmiyorum, ama özgürlük ve demokrasi mücadelesinde sol kesimlerin üzerine düşen asıl görev bu sürüklenişi aşacak tasavvur ve hareketi inşa etmektir. Birkaç cümleyle özetlenmesi mümkün içeriksiz ezberlere sarılmak ve garip ittifaklardan medet ummak hiç değildir. İnsanlık onuru kadın erkek eşitliği olmadan yaşanmaz. Asgari şart budur. Kadını toplum hayatından sürüp çıkarma niyetini her adımda açığa vururken özgürlük söyleminin arkasına saklanan zihniyetle ortak tavır alınmaz. Temel doğrulardan ödün verilmez. Aydına düşen, en çetin koşullarda hakikati dile getirmek, sistemi sorgulamaktır. Sistem adına mülahazalar geliştirerek mevzileri terk etmek ve gericiliğin değirmenine su taşımak değil. Kulağa hoş gelen söylemlerle hedef şaşırtma çabaları her zaman vardır. Bush ve etrafındakiler de mütemadiyen özgürlükten söz ediyor. Irak’a, Afganistan’a ve her yere özgürlük getirilecek. Rivayete göre Lenin bolşevik olmayıp da bolşevizmle aynı safta yer alanlar için “işe yarayan budalalar” tabirini kullanmış. Şimdi benzer bir yakıştırma Bush’a koltuk değneği olan Amerikan liberalleri için yapılıyor. Ama asıl sorun liberallerin budalalığı değil, toplumun karanlığa teslim olması, teslim edilmesidir. Çağlar Güven |
Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler |