Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır. |
|
Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler |
Tüketirken Tükenmek Sinan Kayalıgil, Burak Erdem, Murat Erdin, Yeşim Erke |
|
|
Mahfi Eğilmez adı gibi (Mahfi = Gizli) öylesine giz dolu bir alanı apaçık önümüze sunmuş. Yepyeni parlak açıklamalarla, kalkınmanın anahtarını pırıl pırıl aydınlatmış. Neredeyse ekonomik gelişmenin sırrı diye bir şey bırakmamış. Kur mali piyasanı, yap istikrarlı siyasetini, sıkı tut talebini, sonra yan gel yat. Üretim ve insan sermayesi takıntılılarının, rant düşmanlarının, ar-ge düşkünlerinin, rekabetçilik arayışındakilerin, istihdam diye tutturanların vermiş ağzının payını. İyi etmis. Elleri dert görmesin!
http://www.radikal.com.tr/veriler/2003/12/23/haber_99844.php
Sinan Kayalıgil '78 [METU-IE-ALUMNI:14026] Tüketirken tükenmek Sal 23.12.2003 09:25
*** Sinan Hocam, ABD'nin, Japonya'nın, İngiltere'nin GNP'lerini incelediğinizde hep aynı gerçekle karşılaşıyorsunuz. Gelişmiş ülkelerde kişi başına gelire en büyük katkıyı hizmet sektörü yapıyor. Ayrıca hizmet sektöründe de üretim ve insan sermayesi, Ar-Ge, Rekabetçilik, istihdam çok önemlidir. Örneğin bu işin içinde biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki insan kaynağına, teknolojiye, verimlilik artışı projelerine en çok yatırım yapan sektörlerden biri finans sektörüdür. Endüstri mühendisliğinin çok yoğun kullanılabileceği bir alandır finans sektörü. Fakat ne yazık ki Türkiye'deki üniversiteler bu konuya çok az eğildikleri için genellikle yabancı danışmanlar ile çalışmak durumunda kalınmaktadır. Örneğin bizim bankada son 2 yılda, bankanın tüm operasyonları merkezileştirildi, bütün bilgi işlem altyapısı yenilendi ve in-house bir software yazılımı yapıldı, IBM ile proseslerin iyileştirilmesi ve verimlilik artışı projesi yapıldı, bankanın 2200 olan personel adedi 4100'e çıktı, data-warehouse projesi yapıldı, teknolojiyi en iyi kullanan call-center dalında iki sene üstüste Avrupa'nın birincisi olundu, kredi kartı simülasyonu yarışmasında dünya birincisi olundu. Ve tüm bunlar yapılırken tek kişinin bile aklına gelmedi ki, Türkiye'de üniversiteler var, şunlara bir soralım bize destek olsunlar. Ancak şu anda üzülerek anlıyorum ki, üniversitelerde hala üretim kavramı konusunda bile kavram karmaşası var. Mali piyasanın büyümesi, gelişmiş bir hizmet sektörü gibi kavramlar akademisyenlerin kafasında tam oturmamış. Hizmet sektörünün yaptığı üretim anlaşılamamış. Sizi yanlış anlamış da olabilirim, ama benim aslında vermek istediğim mesaj, ODTÜ Endüstri Mühendisliği bölümünün finans sektöründe çalışan birçok mezunundan biri olarak üretimin her türü ile ilgili olarak endüstri mühendisliği uygulamaları yapılabileceği ve özellikle hizmet sektörüne yönelik olarak üniversite ile işbirliğinin artması gerektiğidir. Saygılarımla, Burak Erdem '90 Sal 23.12.2003 11:00
*** Sevgili Burak Hizmet sektörünün önemi ve katkısı yadsınamaz. Benim anladığım kadarıyla Sinan Hoca da böyle bir imada bulunmadı Dünyada çok köklü ve sarsıcı değişimler yaşanıyor. Ekonomiler değil, zihniyetler, yeni çağ ideolojileri çatışıyor. Bu çatışmadan da topyekün yara alınıyor. Türkiye, üretime özellikle önem vermelidir. Yapısı bunu gerektirir. ABDden farklı bir yerdir. Hizmet sektörü, ABDdeki gibi %80ler mertebesine çıkamaz, çıkmamalıdır. ABD, hemen hemen tüm üretimini ülke dışında yaptırıyor. Maliyet bu tür kararlarda birinci unsur. Türkiye böyle bir şey yapamaz. Çünkü, maliyet yüksekliği gibi bir sorununun olmaması lazım. Türkiyenin üretim hubı olabilmesi lazım. Büyük nüfusu var. İstihdam sorunları var (Avrupada 7.4%, Türkiyede 17%- Türkiye rakamları hiçbir zaman güvenilir değildir, mutlaka 10% ilave ediniz). Türkiyede hizmet ve rant sektörü 1990 li yıllarda patlamıştı. Aklın hayalın alamayacağı kadar çok banka, finans kuruluşu türedi. Çöküşü hep birlikte gördük. Kişi kendin bilmek gibi irfan olmaz. Teknoloji implement edip, fevkalade kredi kartı sistemi kurmak, takdire şayandır, ama ülkenin çıkış yolu değildir. Finans sektörünün ve borsanın hakim olduğu ekonomilerin iflas ettiği ortada. Finans sektörü, destek sektörüdür. Ama, ABDde sistemin işleyişi nedeniyle dolaylı olarak köstek sektörü olmuştur. Çünkü, borsada insanlar sürekli yüksek kar beklentisi içindedirler. Yönetimler, kolay yolu seçmişler, ürün geliştirme yoluna gitmekten çok maliyet azaltıp, karı arttırmayı tercih etmişlerdir. ABDnin dünya piyasalarına, alnının akıyla "ben yaptım" diye sürebildiği ürünlerin sayısı çok sınırlıdır. Ayrıca, savaş sonrası tüketim ekonomisi haline dönüşmüş olmasından dolayı, iç piyasalara öncelik verilmiştir, bu da gelişmeyi engelleyici uzun vadeli kötü etkiler yaratmıştır. Fakat, Almanya, Japonya, Finlandiya gibi ülkelerde bu durum farklıdır. Ürünün bir yaşamı vardır. Yeni bir ürün rakipsizken kısa sürede piyasadan aslan payını alır götürür. Yeni ürün çıkaramayan ülkeler aslan payı alamaz. Niche ürünler, örneğin upscale arabalar, lüks tüketim ürünlerinde de, sıradan ürünlerde de! ABD ekonomisı, yatırımcının kısa vadeli ihtiraslarının esiridir. Sistem öyle çalışır. Bu zinciri kırıp da, finans sektörünü gereği gibi destek fonksiyonu gibi görenler, yeni ürün sürebilip pazar payını arttıran innovatıvelerin ise yatırımcısında güven oluşmuştur. Yatırımcı zorlayıcı değil, izleyicidir. Burada da ve maalesef Türkiyede de hesaplar hep kısa vadeli yapılır. Finans sektörü, destek değil, doymak bilmeyen bir dinazordur. ABD modeli Türkiyeyi çukura sürükler. Türkiye, yeni ürünler ortaya çıkarıp sürebilecek durumda olmayabilir. Bu zaman alabilir, ama hiç değilse dünya ekonomisindeki yerini üretimci olarak belirlemeli ve buna yönelik tedbirleri almalıdır. Yani üretim merkezi olmalıdır. Türk yatırımcısına (rantiye) güvenmek bence doğru değil. Krizde hepsi Hollandada bankalar kurdular, paralarını ABD borsalarına aktarıp, büyük kısmını da batırdılar (düşüşle), sonra kalanın bir kısmını şimdilerde yavaş yavaş getiriyorlar. Ülkelerinden kaçırdıkları paraların çoğunu Amerikada kaptırdılar. Güvenilmesi gereken, ülkenin insanıdır. Üretim yatırım yapmanın cazip olduğu ülke statüsüne gelinmelidir. Bürokrasi azlatılmalıdır. Avrupa burnunun dibi. Türkiye, ABDye ihracatta yapamaz. Bu piyasalar parsellenmiştir. Open end iplikten yapılmış ikinci sınıf pamuklu giysiye otuz dolar öderler, ring iplikten yapılmış birinci sınıf Türk malına 10 dolar bile ödemezler. Zeytini, zeytinyağını İtalyan toplar, üç kuruşa aldığını onbeş kuruşa buraya satar. Türk malıdır. Türk gelse satamaz. Bir zeytini direk pazarlamaktan acizken, süper kredi kartı sistemin olsa ne yazar? Değer yaratan kredi kartı sistemi değil ki, ring iplikten giysiyi yapıp, otuz dolara satabilmektir. EGS Kanadaya geldiğinde 50 Milyon Dolar getirdi. Bakan geldi. İşin başına koydukları adam "gak guk diye, diye zorla tarzanca" konuşuyordu. 50 Milyonu bir grup güzelce iç ettiler. Gittiler, iş yapmayacak yerde dükkan açtılar. Velhasıl, dediğim gibi, amaç 50 Milyonu iç edip, gitmekti. Amaca ulaşıldı. Böyle bir guruha süper bankacılık hizmeti versen ne olur, vermesen ne olur? ABD, %80 hizmet sektörüyle çok sorunlar yaşıyor. Azgın, kural tanımayan satış pazarlama yöntemleri, huzursuz piyasalar, kapanan üretim tesisleri, yaratıcılığın ikinci plana itilmesi, başarısız tepe yöneticilerinin çokluğu gibi nedenler sayılabilir. Sonuçta, bütün cephelerde savaşı kaybetmiş bir yapı. Şimdi, biz bunu düzeltiriz diyenlerin döneminde, söylenenlerin aksine daha çok tesis kapıya kilit vuruyor. Kilit vurmakla, yaratılan psikolojik ortamda hisse fiyatları bir aylığına bir dolar yükseliyor (garip ama gerçek, piyasalar kurban ister), üç ay sonra köklü ve gerçek anlamda çözüm olmadığı için 3 dolar düşüyor. Yani, güvenin olmadığı, gelişmeyi, araştırmayı ikinci plana itmiş, finansal piyasalarla yatıp, onlarla kalkan, ne halt ettiğinden haberi olmayan bir sistem. Sinan Hocanın notunu ben bu anlamda değerlendiriyorum. Ar-Ge önemlidir. Model ülkeler uzun vadede Almanya, Japonya, Finlandiya, İsveç olmalıdır; ABD değil. Kısa vadede model ülkeler Malezya, Singapur ve hatta Hindistan olmalıdır.
Bir gün birbirimizi yemekten, havanda şu dövmekten, kavga etmekten vazgeçersek o zaman ülke bazında Entegre Kaynak Yönetimi fikrini hayata geçirip, bir vizyona, bir misyona sahip olabiliriz diye düşünüyorum. Belki ulusal stratejiler bile belirleyebiliriz. Bu tür girişimler yok değil, var. Ama, Türkiye konsensüsün çok zor olduğu bir kültür. Kolay kazanmayı ve kavgayı severiz. Böbürlenmeye, pireyi deve yapmayada bayılırız.
Değişim, biraz zaman alacak gibi. Önce sistemdeki keneleri temizlemek gerek, yani mahfi (gizli) ve statüyü çok seven keneleri:) Belki bir 10-15 sene daha sabredeceğiz:) Sevgiler Murat Sal 23.12.2003 21:30
*** Ben daha ilkokul öğrencisiyken, Türkiye kendi kendini besleyecek 7 ülkeden biridir diye öğrenmiştik. O günler biraz gerilerde kaldı sanırım :-( Bu Mayıs'ta Alanya'ya gittiğimde kısır tohumlar hakkında ve Türkiye'de kullanım alanları hakkında biraz bilgi sahibi oldum. Genetiğiyle oynanmış tohumlar hakkında az da olsa bilgim vardı ve organik tarımla uğraşanların bunlara karşı olduklarını da biliyordum. Genetiğiyle oynanmış tohumlar konusunda çekincelerim var ama Ziraat Mühendisleri Odasının Başkanı Gökhan Günaydın'iı söylediklerine bir kulak verelim ( http://www.zmo.org.tr/odamiz/bizden.php?kod=681 ):
"... Türkiye'nin Ar-Ge çalışmalarına her alanda olduğu gibi bu alanda da ağırlık vermesi lazım. Kendi ulusal Ar-Ge çalışmasını yapması lazım. ... Tarım Bakanlığı pek de şeffaf değil; bu alanda nerede ne yaptığı konusunda kamuoyuna yeterli bilgiler sunmuyor. Şunu da söylemek gerekir ki eğer siz bu çalışmaları yapmazsanız bir başkasının yaptığı çalışmaların sonuçlarına mahkum olursunuz ve eğer gün gelir genetiği ile oynanmış organizmaların insan ve hayvan sağlığı üzerinde zararlı olmadığı gibi bir sonuç ortaya çıkarsa, tıpkı bugün kısır tohumlarda olduğu gibi sadece başkalarının geliştirdiği Ar-Ge'yi para vererek satın almak zorunda kalırsınız. Türkiye bu iş yararlı mıdır zararlı mıdır diye kendisi araştırmalı ve kendi Ar-Ge çalışmasını kendisi yapmalıdır. ... Kendi kaynaklarımızı harekete geçirerek kendi tohumculuğumuzu kendi biyoteknolojik araştırmalarımızı ve geliştirmelerimizi yapmak zorundayız. Bugün Türkiye özellikle sebze ve meyve tohumunda tümüyle dışa bağımlı. Hububat hala bir miktar tohum üretebiliyoruz. Ancak orada da dışarı bağımlı süreçler hızla artıyor. Bunun yerine ne konuyor? Bunun yerine büyük tohumculuk firmalarının Türkiye'deki taşeron firmalar eliyle kendi ülkelerinde ya da başka bir ülkede plantasyon halinde ürettikleri tohumu yurtiçi pazarına pompalamaları. ..."
Tükenmişiz bile demek istemiyorum ama bu yolda ilerliyoruz.
Yeşim Erke '82 Çar 24.12.2003 16:12 |
Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler |