Arşiv  listEM  Yardım  Yazışma

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler  

  Seyfi Usta'nın Bilgisini Kitaba Aktarmak Yetmiyor

  Turgut Uzer

Cemalettin Nuri Taşçı'nın Yazısı


Knowledge vs Information

Deneyim paylaşımı amaçlayan mesleki bir yazıdır (daha doğrusu niyeti öyledir):

Seyfi Usta, yarım camlı yakın gözlükleri boynuna asılı vaziyette gezen, üzerinde sanayi çarşısı şartlarına göre temiz sayılabilecek açık uçuk mavi renkli bir iş önlüğü giyen, görüntüsüne ve bakışlarına bir miktar entellektüelliği taşıyabilmiş bir motor teknisyeniydi. Almanya'da bir Mercedes servisinde bir süre çalıştıktan sonra Ankara'ya gelmiş ve "Yeni Sanayi Sitesi"nde bir bakım ve servis istasyonu açmıştı.

Motor ustası veya sanayideki tabiriyle "motorcu ustası" olarak Seyfi Usta, bindokuzyetmişli yıllarda Ankara'da rakipsizdi. En azından müşteri algılaması itibariyle öyle idi.

Ankara'daki araba sahipleri için arabalarının motorunu Seyfi Usta'ya "dinletmek", anlaşılmaz bir rahatsızlığı olan bir aile ferdini veya yakın tanıdığı köyden kasabadaki tek doktora kadar götürüp muayene etmesini sağlamak kadar büyük önem arz ediyordu. Ve bir o kadar da zordu.

Ulus'tan Dışkapı'ya doğru giden caddenin hemen bir paralelindeki yeni sanayi caddesindeydi Seyfi Usta'nın yeri. Her gün sabahın erken saatlerinde insanlar arabaları ile gelirler, servis'in mümkün olduğu kadar yakınlarına bir yere sotalanırlardı. Arabalarının kaputunu açar, iner ve Seyfi Usta'yı kollamaya başlarlardı. (Üçüncü tekil şahıs kullandığıma bakmayın, Seyfi Usta'nın peşinde çoook günler geçirdim).

Seyfi Usta göründü mü etrafına bir sürü insan aynı anda üşüşürdü. Bir şekilde Usta'nın dikkati çekilecek ve arabanın başına getirilecek.

"Sanayi"de benzer bir kalabalığı çeken bir tek başka usta daha vardı: "Abkantçı Salih Usta". Salih Usta, Ankara'da bir tane bile Abkant pres yokken ya bilerek ya da bilmeyerek, Almanyadan bir abkant pres getirtmişti. Abkant pres, düz sac şeritlerini köşebent benzeri, doksan derecelik açıyla bükmeye yarar. Esasen sac şeritin abkant prese sokularak elde edilen şey, teknik spesifikasyonu uygun bir "köşebent" değildir, bükülme noktasından çatlama yapar ve bükülme noktası en sağlam olması gereken yer iken en zayıf
noktası(çizgisi) haline gelir. Ancak maliyeti hakiki köşebent'ten çoook daha düşük olduğundan müşteriye yutturulabildiği durumlarda, örneğin köşebent çok gözüken bir yerde değilse, ya da üstü kalıncana boyanacaksa, sipariş üzerine çalışan imalatçılarca kullanılır(..."dı"....umarım).

Döndüm Seyfi Usta'ya.

Seyfi Usta, bir yandan konuşurken bir yandan yürüdüğü için etrafında oluşan "insan bulutu" da kendisi ile birlikte hareket eder, ancak bu bulut Seyfi Ustanın ne zaman ve neden duracağını kestiremediği için Seyfi Usta birden zınk diye durunca bulut aniden duramaz, bir kaç adım daha ilerler, Seyfi Usta bir an için bulutun dışında gözükür, sonra bulut durup geri gelerek tekrar Seyfi Ustayı sarar idi. Seyfi Usta tekrar "hareket etmeye" karar verdiğinde ise benzer bir karışıklık yaşanır idi. Bulutun içinden önce Seyfi Usta çıkar, sonra bulut kendisini küçük bir faz farkı gecikmesi ile yakalar idi.

Sahneyi tasvir edebildiğimi umuyorum. Ankara yeni sanayi çarşısının ana caddelerinin birinin üzerindeki bakım ve servis istasyonunun önünde ve etrafında bir sürü araba kaputları açık vaziyette duruyor ve bir insan bulutu oradan oraya, dura kalka gidip geliyor.

Büyük mucize gerçekleşip de Seyfi usta sizin arabanızın başına gelirse heyecan içinde arabanın içine atlarsınız ve elinizi kontak anahtarına götürüp gözünüz Seyfi usta'da, talimat beklersiniz. Talimat hiç bir zaman direk gelmezdi. Seyfi Usta çok sesli konuşmazdı. Motorun üzerine doğru eğilir, birşey mırıldanırdı. Seyfi Ustanın motorun üzerine eğilmesi ile birlikte, yer bulabilen kadar insan aniden arabanızın motorunun üzerine eğilir, eğilenlerden bir veya birkaçı, mırıldamayı deşifre edip "Çalıştır diyooooo...." diye bağırırdı. endirek talimatı derhal yerine getirir, pürdikkat ilave talimatları beklerdiniz. Bir süre sonra biri "Gaz ver bırak diyooooo....." diye bağırır, siz gaza bastığınız anda ise başka biri "Bırak diyooooo......" derdi. Falan.

Teşhis kısmı tamalandıktan sonra Seyfi Usta cebinden bir tornavida çıkartır, karbüratörün hava ayarı ile biraz oynar, kelebeğin yayını biraz sağa sola iter, ve aniden arabanızı, siz, ve bulutu oracıkta bırakıp çekip giderdi.(Seyfi Ustaya haksızlık etmeyeyim, birkaç kere bujileri söktürüp temizletmişti.). Neyse, "çoğunlukla aniden çekip giderdi" diyeyim. Motoru stop edip arabadab aceleyle çıkıp Seyfi Usta'nın bulutuna yetişmeye çelışırsınız ki sizn arabanız hakkında ne dediğini duyabilesiniz. Çoğunlukla sizin araba hakkında dediğini siz yetişemeden, hareket halindeyken ortalığa söylemiştir, siz de bulutun içindeki birkaç kişiden öğrenirsiniz: ""Senin arabanın işi tamammış, vezne'ye uğrayıp gidebilirmişsin, öyle dedi..." gibi.

Şimdi yirmi sene sonrasına atlıyorum:

Belçika'da bir ara bir "Renault 21 Manager" kullandım. Ördek başı renginde, "sunroof"lu bir araba. Belçika, "sunroof"un kullanılabileceği bir ülke(söylediğimin güneş ile alakası yok, olamaz da...), dolayısıyla sunroof önemli. Gel gör ki bizim arabanın sunroof'u çalışmıyor, daha da beteri, bazen çalışıyor. Açılıp da kapanmadığı da oluyor. Belçika'da götürmediğim servis kalmadı, her seferinde aynı sahne: fasulye sırığı kılıklı, 18-19 yaşlarında, sakalları yeni terleyen bir genç oğlan gelir, siz derdinizi anlatırsınız, sizi çok dikkatli ve anlayışla kafasını sallayarak dinler, sonra başlar elindeki kitabı karıştırmaya. Kati ve kesin olarak hiç bir şey bulamaz. Tekrar karıştırır, yine bulamaz. Bu sefer kitabı birlikte karıştırırsınız, ve bu sefer birlikte bulamazsınız. Servise kadar gelmişken oğlan arabanıza "bir tıktık, iki şıkşık" yapar, elindeki üstübü ile sunroof'unuzun görünen kenarlarını dikkatlice siler, servis parası olarak bir ton para ödersiniz ve arabanızı alıp evinize dönersiniz.

Sonunda arabayı değiştirdim, yeni arabayı bana devreden adam neden arabanın anahtarını teslim almadan önce sunroof'u defalarca açıp kapadığımı ve neden arabanın başka hiç bir şeyine bakmadığımı anlamadı zannederim, anlaması da gerekmiyordu.

"Seyfi Usta dönemi"nde ve "kitap karıştıran genç oğlan" döneminde elbette servis kalitesi, maliyeti, etkinliği, transfer edilebilirliği gibi bir sürü yönden büyük farklılıklar tesbit edilebilir, ancak iki dönemde de değişmeyen bir şey var: sizin kendi donanımınız zayıfsa acizsiniz.

Yazının bundan sonrasının buraya kadar olan bölümle ilgisi vardır.

Computer denen şey, bizim zamanımızda okulda "Abdülhamit" diye anılırken, ve birkaç yıl sonrası, Lassa'ya ilk PC alındığında etrafına telefon kulubemsi bir dört duvar yapıp kapısına bir de "schedule" astığımız dönemlerde, satış programları üretim programlarına elde çevirilirdi. Satış programını alırsınız, elinizdeki BOM'lar, ekipman spesifikasyonları, makina ve insan performans bilgilerini kullanarak bir üretim programına çevirirdiniz. Lassa şirketinin o dönemlerinde bu işi benim başkanlığımda on kişiye yakın bir teknisyen ekibi, iki-üç gün geceleri dahil çalışarak yapardık. Hesap makinalarımızdan dumanlar çıkarak yapılan hummalı çalışma sonunda üretim programının ana hatlarını üst yönetime sunardık. Normal olarak bu üretim programının finansal yansıması da detaylı olarak yapılması gerekir, ancak bu işlem de ilaveten bir-iki hafta alacağından(muhasebecilerin hesapları her zaman daha doğru olur, ancak "güncellik penceresi" içinde neticeye ulaşmak biraz zor olurdu) işin finansal kısmı için uzmanların sezgilerine güvenilirdi. Finansal uzmanlar satış ve üretim programına bakarlar bakarlar, gözlerini kısarlar, tekrar bakarlar, "satışın şurasını biraz şööle eder, üretimin burasını biraz bööle edersek finansallar iyi çıkar" derlerdi. Satış ve üretim planlama , söylenenleri dikkate alarak birkaç gün daha çalışır, yeni bir plan ve uykusuz gözlerle üst yönetimin karşısına geçerdik. Finansal uzmanlardan "olur" alıncaya kadar bu döngü devam eder, uzmanların sezgilerinin doğruluğunu teyid etmek üzere planın finansal yansıması ancak bu noktadan sonra yapılırdı. Birkaç hafta sonra ise finansal yansıma ortaya çıkar, zaten o noktadan sonra dönüp de planı yeniden yapmak için fazla geç olmuş olurdu. Yeniden bir planlama döngüsüne girilmez, plan o şekilde "cast" edilirdi. Finansal uzmanların doğru sezgi kabiliyeti, o dönemlerde sanayi şirketleri için kritik önem taşıyordu. Bugün de taşıyor, ama o günlerde daha da çok taşıyordu. Üst yönetimde bir dönem "finansal uzmanlar" ister istemez daha bir ön plana çıktılar.

PC'ler ve üzerlerinde kullanılan programlar benim bile kullanabileceğim basitliğe geliştiğinde(!!), vakti zamanında elle yaptığımız planlama ile ilgili neredeyse her şeyi bilgisayar programı olarak yazdım. Kendim yazdım. Yazdığım programlar esas programcıları midelerine kramplar girene kadar güldürecek verimsizlikte de olsa, etkililik açısından yazdığım programları "hands on" bilgimi, deneyimimi kattığımdan hep tercih ettim.

Önce bir satış programı paketi yaptım, sonraları bu programa pazardaki gelişme ve öngörüleri, ve fiili geçmiş bilgileri dikkate alarak "forecast" opsiyonu ekledim.

Daha sonra bir operasyonel paket yaptım. Satış programını alıp kaynak ihtiyacını çıkartıyor.

Buraya kadar güzel. Finansallar halen bir duvar gibi önümde duruyordu. Kendisi tanıdığım en iyi "finansal uzman"lardan olan Hasan Ekici, bir finansal paket hazırladı. Ben ise finasal konularda kendimi elimden geldiğince yetiştirdim, ve sonunda Hasan'ın yazdığı finansal paketi yeniden yazamasam bile, üzerine ciddi miktarda cambazlık yapacak hale geldim.

Sonra da bu paketleri birbiri ile bağladım.

Bir tane beş yıllık planlama yapılabilen, satış=üretim mantığıyla çalışan(yani mamul ve Hammadde stok değişimlerini dikkate almayan), ancak kaynak ihtiyacına odaklı bir paket hazırladık, ismine SP (Stratejik Plan) dedik.

Bir tane de bir yılı dönemlere bölen, stok hareketlerini dikkate alan, daha çok kaynakların kalenderizasyonuna yönelik bir paket hazırladık, ismine R&B (Review&Best Estimate), (veya da benim deyimimle Rithm&Blues) dedik.cel

İki paket te 3-5 MB civarında büyüklükte, orasından burasından birbirine bağlı excel worksheetlerden başka bir şey değil.

Bu iki paketin ana kullanıcılığını(=ana geliştiriciliğini) hep ben yaptım. Bana çok yardım eden oldu ama ben elimi bu programlardan hiç çekmedim.

Kültürel konular haricindeki neredeyse her konuyu bu iki paketi kullanarak yönettim. Bunu da hiç kimseden gizlemedim.

Zamanla verimlilik anlamında olmasa bile, etkililik anlamında bu paketler o kadar "real"i yansıtmaya başladı ki üzerlerinde yaptığım "sensitivity analysis"ler ve "what if scenario"lar ile bana "öğretici" bir nitelik de kazandılar.

Böylelikle öğrendiklerimi paketlere yansıttım, ve yansıttıklarım üzerinde çalıştıkça öğrendim. Şirketlerin pazar, operasyon, ve finansal parametrelerinin kendi içine ve aralarında etkileşimi konusunda bugünkü bilgi seviyem her ne ise, bu paketleri geliştirmek için bu kadar gayret sarfedip kullanmasaydım, yarısı bile olabilemezdi.

Bu paketler üzerinde inatla ve azimle çalışmamın benim "şirket yöneticiliğimde" ne kadar etkili bir rol oynadığını çok kimseye anlatmaya çalıştım, ama ne kadar muvaffak oldum bilemiyorum.

SP ve R&B ile aktif çalışmamı geçen sene ortasında, yani 2003'de, tek kişilik sade bir tören ile bıraktım. Ancak bu sayede bu programlar benimle çalışanlar tarafından sahiplenildi.

Seyfi Usta'nın kafasındaki bilgiyi, beceriyi, deneyimi kitaba aktarmak yetmiyor. Kullanıcı olarak yine aciz kalıyorsunuz.

Bilgiyi pakete aktardığınızda hız kazanıyorsunuz, ancak üzerinde aktif olarak çalışmazsanız bilgiyi yakınınıza getirdiğinizi zannetmenize rağmen aslında işin dinamizmine sizin katkınızı kaybettiğinizden aslında uzaklaşıyorsunuz.

Sevgiler
Turgut Uzer '76

Not: SAP'ı sevmediğimi söylemiş miydim??

Sent: Wednesday, April 07, 2004 1:13 PM
Subject: [METU-IE-ALUMNI:566] Seyfi Usta'nin bilgisini kitaba aktarmak yetmiyor

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler

sistEM Copyright 2000-2004