Deneyim paylaşımı
amaçlayan mesleki bir yazıdır (daha doğrusu niyeti öyledir):
Seyfi Usta, yarım camlı yakın gözlükleri boynuna asılı vaziyette
gezen, üzerinde sanayi çarşısı şartlarına göre temiz sayılabilecek
açık uçuk mavi renkli bir iş önlüğü giyen, görüntüsüne ve
bakışlarına bir miktar entellektüelliği taşıyabilmiş bir motor
teknisyeniydi. Almanya'da bir Mercedes servisinde bir süre
çalıştıktan sonra Ankara'ya gelmiş ve "Yeni Sanayi Sitesi"nde bir
bakım ve servis istasyonu açmıştı.
Motor ustası veya sanayideki tabiriyle "motorcu ustası" olarak Seyfi
Usta, bindokuzyetmişli yıllarda Ankara'da rakipsizdi. En azından
müşteri algılaması itibariyle öyle idi.
Ankara'daki araba sahipleri için arabalarının motorunu Seyfi Usta'ya
"dinletmek", anlaşılmaz bir rahatsızlığı olan bir aile ferdini veya
yakın tanıdığı köyden kasabadaki tek doktora kadar götürüp muayene
etmesini sağlamak kadar büyük önem arz ediyordu. Ve bir o kadar da
zordu.
Ulus'tan Dışkapı'ya doğru giden caddenin hemen bir paralelindeki
yeni sanayi caddesindeydi Seyfi Usta'nın yeri. Her gün sabahın erken
saatlerinde insanlar arabaları ile gelirler, servis'in mümkün olduğu
kadar yakınlarına bir yere sotalanırlardı. Arabalarının kaputunu
açar, iner ve Seyfi Usta'yı kollamaya başlarlardı. (Üçüncü tekil
şahıs kullandığıma bakmayın, Seyfi Usta'nın peşinde çoook günler
geçirdim).
Seyfi Usta göründü mü etrafına bir sürü insan aynı anda üşüşürdü.
Bir şekilde Usta'nın dikkati çekilecek ve arabanın başına
getirilecek.
"Sanayi"de benzer bir kalabalığı çeken bir tek başka usta daha
vardı: "Abkantçı Salih Usta". Salih Usta, Ankara'da bir tane bile
Abkant pres yokken ya bilerek ya da bilmeyerek, Almanyadan bir
abkant pres getirtmişti. Abkant pres, düz sac şeritlerini köşebent
benzeri, doksan derecelik açıyla bükmeye yarar. Esasen sac şeritin
abkant prese sokularak elde edilen şey, teknik spesifikasyonu uygun
bir "köşebent" değildir, bükülme noktasından çatlama yapar ve
bükülme noktası en sağlam olması gereken yer iken en zayıf
noktası(çizgisi) haline gelir. Ancak maliyeti hakiki köşebent'ten
çoook daha düşük olduğundan müşteriye yutturulabildiği durumlarda,
örneğin köşebent çok gözüken bir yerde değilse, ya da üstü kalıncana
boyanacaksa, sipariş üzerine çalışan imalatçılarca
kullanılır(..."dı"....umarım).
Döndüm Seyfi Usta'ya.
Seyfi Usta, bir yandan konuşurken bir yandan yürüdüğü için etrafında
oluşan "insan bulutu" da kendisi ile birlikte hareket eder, ancak bu
bulut Seyfi Ustanın ne zaman ve neden duracağını kestiremediği için
Seyfi Usta birden zınk diye durunca bulut aniden duramaz, bir kaç
adım daha ilerler, Seyfi Usta bir an için bulutun dışında gözükür,
sonra bulut durup geri gelerek tekrar Seyfi Ustayı sarar idi. Seyfi
Usta tekrar "hareket etmeye" karar verdiğinde ise benzer bir
karışıklık yaşanır idi. Bulutun içinden önce Seyfi Usta çıkar, sonra
bulut kendisini küçük bir faz farkı gecikmesi ile yakalar idi.
Sahneyi tasvir edebildiğimi umuyorum. Ankara yeni sanayi çarşısının
ana caddelerinin birinin üzerindeki bakım ve servis istasyonunun
önünde ve etrafında bir sürü araba kaputları açık vaziyette duruyor
ve bir insan bulutu oradan oraya, dura kalka gidip geliyor.
Büyük mucize gerçekleşip de Seyfi usta sizin arabanızın başına
gelirse heyecan içinde arabanın içine atlarsınız ve elinizi kontak
anahtarına götürüp gözünüz Seyfi usta'da, talimat beklersiniz.
Talimat hiç bir zaman direk gelmezdi. Seyfi Usta çok sesli
konuşmazdı. Motorun üzerine doğru eğilir, birşey mırıldanırdı. Seyfi
Ustanın motorun üzerine eğilmesi ile birlikte, yer bulabilen kadar
insan aniden arabanızın motorunun üzerine eğilir, eğilenlerden bir
veya birkaçı, mırıldamayı deşifre edip "Çalıştır diyooooo...." diye
bağırırdı. endirek talimatı derhal yerine getirir, pürdikkat ilave
talimatları beklerdiniz. Bir süre sonra biri "Gaz ver bırak
diyooooo....." diye bağırır, siz gaza bastığınız anda ise başka biri
"Bırak diyooooo......" derdi. Falan.
Teşhis kısmı tamalandıktan sonra Seyfi Usta cebinden bir tornavida
çıkartır, karbüratörün hava ayarı ile biraz oynar, kelebeğin yayını
biraz sağa sola iter, ve aniden arabanızı, siz, ve bulutu oracıkta
bırakıp çekip giderdi.(Seyfi Ustaya haksızlık etmeyeyim, birkaç kere
bujileri söktürüp temizletmişti.). Neyse, "çoğunlukla aniden çekip
giderdi" diyeyim. Motoru stop edip arabadab aceleyle çıkıp Seyfi
Usta'nın bulutuna yetişmeye çelışırsınız ki sizn arabanız hakkında
ne dediğini duyabilesiniz. Çoğunlukla sizin araba hakkında dediğini
siz yetişemeden, hareket halindeyken ortalığa söylemiştir, siz de
bulutun içindeki birkaç kişiden öğrenirsiniz: ""Senin arabanın işi
tamammış, vezne'ye uğrayıp gidebilirmişsin, öyle dedi..." gibi.
Şimdi yirmi sene sonrasına atlıyorum:
Belçika'da bir ara bir "Renault 21 Manager" kullandım. Ördek başı
renginde, "sunroof"lu bir araba. Belçika, "sunroof"un
kullanılabileceği bir ülke(söylediğimin güneş ile alakası yok,
olamaz da...), dolayısıyla sunroof önemli. Gel gör ki bizim arabanın
sunroof'u çalışmıyor, daha da beteri, bazen çalışıyor. Açılıp da
kapanmadığı da oluyor. Belçika'da götürmediğim servis kalmadı, her
seferinde aynı sahne: fasulye sırığı kılıklı, 18-19 yaşlarında,
sakalları yeni terleyen bir genç oğlan gelir, siz derdinizi
anlatırsınız, sizi çok dikkatli ve anlayışla kafasını sallayarak
dinler, sonra başlar elindeki kitabı karıştırmaya. Kati ve kesin
olarak hiç bir şey bulamaz. Tekrar karıştırır, yine bulamaz. Bu
sefer kitabı birlikte karıştırırsınız, ve bu sefer birlikte
bulamazsınız. Servise kadar gelmişken oğlan arabanıza "bir tıktık,
iki şıkşık" yapar, elindeki üstübü ile sunroof'unuzun görünen
kenarlarını dikkatlice siler, servis parası olarak bir ton para
ödersiniz ve arabanızı alıp evinize dönersiniz.
Sonunda arabayı değiştirdim, yeni arabayı bana devreden adam neden
arabanın anahtarını teslim almadan önce sunroof'u defalarca açıp
kapadığımı ve neden arabanın başka hiç bir şeyine bakmadığımı
anlamadı zannederim, anlaması da gerekmiyordu.
"Seyfi Usta dönemi"nde ve "kitap karıştıran genç oğlan" döneminde
elbette servis kalitesi, maliyeti, etkinliği, transfer
edilebilirliği gibi bir sürü yönden büyük farklılıklar tesbit
edilebilir, ancak iki dönemde de değişmeyen bir şey var: sizin kendi
donanımınız zayıfsa acizsiniz.
Yazının bundan sonrasının buraya kadar olan bölümle ilgisi vardır.
Computer denen şey, bizim zamanımızda okulda "Abdülhamit" diye
anılırken, ve birkaç yıl sonrası, Lassa'ya ilk PC alındığında
etrafına telefon kulubemsi bir dört duvar yapıp kapısına bir de
"schedule" astığımız dönemlerde, satış programları üretim
programlarına elde çevirilirdi. Satış programını alırsınız,
elinizdeki BOM'lar, ekipman spesifikasyonları, makina ve insan
performans bilgilerini kullanarak bir üretim programına
çevirirdiniz. Lassa şirketinin o dönemlerinde bu işi benim
başkanlığımda on kişiye yakın bir teknisyen ekibi, iki-üç gün
geceleri dahil çalışarak yapardık. Hesap makinalarımızdan dumanlar
çıkarak yapılan hummalı çalışma sonunda üretim programının ana
hatlarını üst yönetime sunardık. Normal olarak bu üretim programının
finansal yansıması da detaylı olarak yapılması gerekir, ancak bu
işlem de ilaveten bir-iki hafta alacağından(muhasebecilerin
hesapları her zaman daha doğru olur, ancak "güncellik penceresi"
içinde neticeye ulaşmak biraz zor olurdu) işin finansal kısmı için
uzmanların sezgilerine güvenilirdi. Finansal uzmanlar satış ve
üretim programına bakarlar bakarlar, gözlerini kısarlar, tekrar
bakarlar, "satışın şurasını biraz şööle eder, üretimin burasını
biraz bööle edersek finansallar iyi çıkar" derlerdi. Satış ve üretim
planlama , söylenenleri dikkate alarak birkaç gün daha çalışır, yeni
bir plan ve uykusuz gözlerle üst yönetimin karşısına geçerdik.
Finansal uzmanlardan "olur" alıncaya kadar bu döngü devam eder,
uzmanların sezgilerinin doğruluğunu teyid etmek üzere planın
finansal yansıması ancak bu noktadan sonra yapılırdı. Birkaç hafta
sonra ise finansal yansıma ortaya çıkar, zaten o noktadan sonra
dönüp de planı yeniden yapmak için fazla geç olmuş olurdu. Yeniden
bir planlama döngüsüne girilmez, plan o şekilde "cast" edilirdi.
Finansal uzmanların doğru sezgi kabiliyeti, o dönemlerde sanayi
şirketleri için kritik önem taşıyordu. Bugün de taşıyor, ama o
günlerde daha da çok taşıyordu. Üst yönetimde bir dönem "finansal
uzmanlar" ister istemez daha bir ön plana çıktılar.
PC'ler ve üzerlerinde kullanılan programlar benim bile
kullanabileceğim basitliğe geliştiğinde(!!), vakti zamanında elle
yaptığımız planlama ile ilgili neredeyse her şeyi bilgisayar
programı olarak yazdım. Kendim yazdım. Yazdığım programlar esas
programcıları midelerine kramplar girene kadar güldürecek
verimsizlikte de olsa, etkililik açısından yazdığım programları
"hands on" bilgimi, deneyimimi kattığımdan hep tercih ettim.
Önce bir satış programı paketi yaptım, sonraları bu programa
pazardaki gelişme ve öngörüleri, ve fiili geçmiş bilgileri dikkate
alarak "forecast" opsiyonu ekledim.
Daha sonra bir operasyonel paket yaptım. Satış programını alıp
kaynak ihtiyacını çıkartıyor.
Buraya kadar güzel. Finansallar halen bir duvar gibi önümde
duruyordu. Kendisi tanıdığım en iyi "finansal uzman"lardan olan
Hasan Ekici, bir finansal paket hazırladı. Ben ise finasal konularda
kendimi elimden geldiğince yetiştirdim, ve sonunda Hasan'ın yazdığı
finansal paketi yeniden yazamasam bile, üzerine ciddi miktarda
cambazlık yapacak hale geldim.
Sonra da bu paketleri birbiri ile bağladım.
Bir tane beş yıllık planlama yapılabilen, satış=üretim mantığıyla
çalışan(yani mamul ve Hammadde stok değişimlerini dikkate almayan),
ancak kaynak ihtiyacına odaklı bir paket hazırladık, ismine SP
(Stratejik Plan) dedik.
Bir tane de bir yılı dönemlere bölen, stok hareketlerini dikkate
alan, daha çok kaynakların kalenderizasyonuna yönelik bir paket
hazırladık, ismine R&B (Review&Best Estimate), (veya da benim
deyimimle Rithm&Blues) dedik.cel
İki paket te 3-5 MB civarında büyüklükte, orasından burasından
birbirine bağlı excel worksheetlerden başka bir şey değil.
Bu iki paketin ana kullanıcılığını(=ana geliştiriciliğini) hep ben
yaptım. Bana çok yardım eden oldu ama ben elimi bu programlardan hiç
çekmedim.
Kültürel konular haricindeki neredeyse her konuyu bu iki paketi
kullanarak yönettim. Bunu da hiç kimseden gizlemedim.
Zamanla verimlilik anlamında olmasa bile, etkililik anlamında bu
paketler o kadar "real"i yansıtmaya başladı ki üzerlerinde yaptığım
"sensitivity analysis"ler ve "what if scenario"lar ile bana
"öğretici" bir nitelik de kazandılar.
Böylelikle öğrendiklerimi paketlere yansıttım, ve yansıttıklarım
üzerinde çalıştıkça öğrendim. Şirketlerin pazar, operasyon, ve
finansal parametrelerinin kendi içine ve aralarında etkileşimi
konusunda bugünkü bilgi seviyem her ne ise, bu paketleri geliştirmek
için bu kadar gayret sarfedip kullanmasaydım, yarısı bile
olabilemezdi.
Bu paketler üzerinde inatla ve azimle çalışmamın benim "şirket
yöneticiliğimde" ne kadar etkili bir rol oynadığını çok kimseye
anlatmaya çalıştım, ama ne kadar muvaffak oldum bilemiyorum.
SP ve R&B ile aktif çalışmamı geçen sene ortasında, yani 2003'de,
tek kişilik sade bir tören ile bıraktım. Ancak bu sayede bu
programlar benimle çalışanlar tarafından sahiplenildi.
Seyfi Usta'nın kafasındaki bilgiyi, beceriyi, deneyimi kitaba
aktarmak yetmiyor. Kullanıcı olarak yine aciz kalıyorsunuz.
Bilgiyi pakete aktardığınızda hız kazanıyorsunuz, ancak üzerinde
aktif olarak çalışmazsanız bilgiyi yakınınıza getirdiğinizi
zannetmenize rağmen aslında işin dinamizmine sizin katkınızı
kaybettiğinizden aslında uzaklaşıyorsunuz.
Sevgiler
Turgut Uzer '76
Not: SAP'ı sevmediğimi söylemiş miydim??
Sent: Wednesday, April 07, 2004 1:13 PM
Subject: [METU-IE-ALUMNI:566] Seyfi Usta'nin bilgisini kitaba
aktarmak yetmiyor |