Arşiv  listEM  Yardım  Yazışma

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler  

  Bilim Felsefesi Neye Yarar?

 Çağlar Güven

İlgili Yazılar

 

Bilim Felsefesi Ne İşe Yarar?

Cevap (CNT)

Bilimsel Yöntem

Bilim Felsefesi Neye Yarar? (GAS)

Müspet ilimlerde, bilimsel araştırmanın objektivitesine, yani sübjektif değer yargısı ve tercihlerin bilim alanı dışında bırakılması gerektiğine inanılır. Yani buna göre bilimsel araştırma ile bilimsel olmayan araştırma veya sorgulama arasında bir sınır çizgisi (demarcation line) var. Mesela Herbert Simon gibi pozitivistlere göre bilimle uğraşırken çizginin bilim tarafında kalmak hem mümkün hem de gereklidir.

İnsanın bilgiyi, uygulamada kullanmak amacıyla (instrumental interest) aradığı gibi sadece bilmiş olmak (cognitive interest) için aradığı da doğrudur. Mesela bilimin temel varsayımlarından birisi 'bilmek, bilmemeye üstündür' diye ifade ediliyor. Buna rağmen bence son tahlilde uygulama saikini göz ardı etmemek daha doğru olur. "Pure science" dediğimiz doğa bilimleri dahi sonunda uygulamalara yol açar. Şöyle de diyebiliriz: teorik ve uygulamalı disiplinleri kesin biçimde birbirinden ayırmaya çalışmak pek anlamlı değil; hatta doğa bilimleri nerede biter, toplum bilimleri nerede başlar, o dahi belirsizleşmekte. Bu tespit mantıklı olmakla birlikte karşımıza derhal şu soruyu dikiyor: eğer uygulama söz konusu olacaksa "demarcation" hattının ötesine geçmemek mümkün olabilir mi? Bana sorarsanız olamaz; pozitivistler kabul etmeseler de bu sorunun kısa ve kesin cevabı bence budur. Bence bunun böyle olduğunu anlamak için felsefeye de lüzum yok.
Ama gelin görün ki bu konu Kant'tan yüz yıl sonra, 20. yüzyılın ilk yarısında hararetle tartışıldı. Örneğin daha önce sözünü ettiğim Viyana grubu (Wiener Kreis), toplumbilimci Comte ve fizikçi Mach'dan tevarüs ettikleri pozitivizmi Frege, Russel, Wittgenstein vd.'den esinlenerek nihai bir sistem haline getirmeye çalıştılar. (Aralarında matematikçi Hahn, fizikçiler Frank ve Schlick, ünlü Gödel gibi zamanın önde gelen bilim adamları yer alıyordu. Çoğu Marksist ve Yahudi kökenli grup 1940'lara doğru dağıldı. Grubun lideri Schlick, kendisini Yahudi zanneden genç bir Nazi tarafından üniversitenin merdivenlerinde öldürüldü. Katile daha sonra bir Alman üniversitesinde doktora derecesi verildi diye okumuştum. Viyanalıların bir kısmı İngiltere'ye bir kısmı ABD'ye göç etti. Reichenbach galiba bir ara İstanbul'da oturdu. Carnap doktora için zaten ABD'den gelmişti, yine oraya döndü ve çok etkili oldu; ABD bilim çevrelerinde pozitivist anlayış her şeye karşın sürüp gidiyor.)

Viyanalılara göre ampirik verifikasyona tabi olmayan, örneğin "her olayın bir nedeni vardır" gibi apriori sentetik önermelerin hiçbir anlamı yoktur. "Logical empiricism" diye anılan bu pürist akım daha önce de belirttiğim gibi eleştirici felsefe diyebileceğimiz ve yine kıta Avrupa'sında gelişen muhtelif akımlar tarafından kıyasıya eleştirildi. Frankfurt ekolü bunlar arasında, modernite çizgisinden hareket eden ve Marksizmin eksiklerini tamamlamayı hedefleyen başlıca akımdır. Ekolün son temsilcisi Habermas hala aktif; Habermas'ın düşüncesi yöneylem araştırması metodolojisini de etkiledi. (Modernizm ötesinde çok önemli başka çizgiler de var; özellikle Althusser'ın öğrencisi Foucault, sonra Derrida vd.)

Görüldüğü gibi metafizik (yani realitenin mahiyeti nedir sorusu) ve mantıkla birlikte felsefenin çekirdeğini teşkil eden epistemoloji (yanı bilme iddiasının meşruiyetini sorgulayan kuram), Plato'dan beri gündemden düşmez. Ben özellikle yöneylem araştırmacısı olarak pozitivizmin eksiklik ve sakıncalarının farkındayım, ama bunu söylerken örneğin Viyanalıları doğru dürüst anladığımı dahi iddia edemem. Öğrendiğim kadarıyla Viyana grubunun bilim felsefesi dışındaki etkileri çok daha kalıcı oldu; analitik felsefenin gelişmesine yol açtılar.

Her neyse. Gördüğünüz gibi konu epey karışık; neyi nasıl özetleyeceğimi ben de bilemiyorum. En iyisi sonuca gelmek: bilimsel araştırma ile uğraşan bilim adamı bu konuları bilmek zorunda mıdır? Buna iki cevap verebilirim.

Birinci cevap söyle: Bilim adamı eğer "scientist" tanımına uyuyorsa, yani mesela Bilada gibi deneysel araştırma yapıyorsa, bilim felsefesinin laboratuvarda uygulanan yöntemlere, yani bilimin icrasına, fazla bir katkısı olmaz. Bilada'nin dinlediği konuşmacı da aynı cevabı vermiş zaten. Ama eğer iktisat, sosyoloji, psikoloji, işletme, siyasal bilgiler vb konularla uğraşıyorsak bilim felsefesi sorgulama yöntemi için daha önemli olacaktır. Bizler (YA/EM) için özellikle öyledir.

Bu cevap yeni bir şey söylemiyor ve fazla bir önemi yok; asıl önemli olan bence ikinci cevap:

Pozitivist yöntemin yanılmazlığı ve yansızlığı iddialarına inanan bir araştırmacıyı az bir zorlamayla bir otomatona benzetebiliriz. Yaptığı işten kuşku duymayan herkes aslında bir otomatondur; yani nasıl davranacağı önceden bilinebilir. Bu durum araştırmanın yer aldığı geniş çevre içinde yerleşik ve geçerli iktidar ilişkileri açısından son derece önemli ve elverişli fırsatlar hazırlar. Geniş çevrede yer alan tüm insanlık pratiğidir ki, bilimsel sorgulama o pratiğin sadece bir parçasını oluşturur. Kudret sahiplerinin, yerleşik düzeni alemin doğal düzeni olarak göstermek isteyeceklerini tahmin etmek zor değil. Bunu yapmanın en etkili yolu işe, o düzenin dinamik ve kurallarının, bilimi bilim olmayandan ayıran "demarcation" hattının, bilim tarafında kalan kesiminde yer aldığına, yani o dinamiklerin değer yargılarından masun olduğuna, bilim adamını inandırmaktır. O zaman bilim adamı objektivite illüzyonu içinde, yani tarafsızlık ve saygınlığını korumakta olduğu ve tarafsız bilim adına konuştuğu zannıyla, aslında düzene (yani büyük harfli Sisteme) hizmet eden bir otomatona dönüştürülebilir. Araştırma gündemini önüne koyar, hedefi işaret eder, düğmeye basarsınız. Özellikle Amerikan üniversiteleri ve araştırma merkezleri bu türden bilim adamlarıyla dolu. Teorik veya uygulamalı, doğal veya sosyal bilimlerle uğraşıyor olmak bir şey değiştirmez. Yani laboratuvara kapanıp masumiyetimizi koruma olanağı yoktur.

Yani önümüzde duran ve göğüslememiz gereken sadece realite değil aynı zamanda hakikattir. Eleştirici felsefenin işaret ettiği sorun işte tam da budur. O nedenle iktidar odaklarının kontrolü altında olan bilim çalışanlarının sapkın bir bilim felsefesi ile akıllarının karışması istenmez. Akılları karışanlar aforoz edilme, işsiz kalma tehdidi altındadır. Öyledir ama hakikati böyle sansür etmek önünde sonunda realitenin de sansürü neticesine yol açar. Bu, iktidarların da işine gelmez; yani diyalektik ikilemlerden kolay kurtuluş yoktur. (Özellikle bizim mesleğimizde bu ikilem hayati önem taşır: YA/EM uygulamaları açısından bilim felsefesi veya eleştirici bakış, ille de alemin düzenini değiştirmek için değil, örgütlerin pratiğinde kabili tatbik değişimlere yol açabilmek için gereklidir).

Velhasıl hem ikinci cevabın ne olduğu belli; hem de birinciden neden çok daha önemli olduğu. Eleştirici felsefe yoksa eleştirici akıl da olmaz. Ne yaptığımızı bileceksek felsefeye sırt çeviremeyiz.

Bu mesajı yazmak en az dört saatimi aldı; acaba kaç kişi okuyor diye merak ediyor ve sahiden ara veriyorum.

Sevgiler.

Çağlar Güven
Per, 1 Tem 2004 10:32:32

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler

sistEM Copyright 2000-2005