Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler  

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu ile Söyleşi

Nezih Yaşar

 

Güven Borça, Fanatik Laik misiniz? test’inde dengine getirdiği yerde AKP’yi bankoya ayırıp CHP dışındaki partileri de hikaye diye niteledi.
Benim aklıma da Hayri Kozanoğlu geldi: ListEM üyesi ve Güven Borça’nın “hikaye”ler arasına kattığı ÖDP’nin genel başkanı.
Hayri Kozanoğlu’nu arayıp içinde “sistEM”, “endüstri mühendisliği”, “ÖDP” lafları geçen birkaç cümleyle kendisiyle bir söyleşi yapmak istediğimi anlattım. “Olur.” dedi. 6 Kasım’da gittim görüştüm. O ara, ListEM beni fazla meşgul ettiği için söyleşiyi çözümleyip yayınlamam zaman aldı. Geciktiğim için hem benim tadım kaçtı, hem de sanıyorum Hayri Kozanoğlu’nun. Fakat bayram tatilini fırsat bilip bitirdim ve sistEMe bir ilki daha ekleme şansını elde ettim: Bir parti başkanı ile söyleşi. Fakat ana sayfayı güncelleyebilme fırsatını ancak bulabildim.

ÖDP’nin İstanbul İl Örgütü, Beyoğlu’nda Tünel yakınlarında bir binada. Hayri ile orada buluşacağız. Beyoğlu’nun her katında bir iki büyük kapılı dairelerin bulunuğu eski binalarından biri. Kapıyı itince açılacağını sanki biliyordum. İçeri girince ilk odadaki bayana “burada mı?” anlamında sordum: “Hayri Bey!” Randevum olduğunu öğrenince içeri seğirtti. Hayri Kozanoğlu’nu parti başkanı olduktan sonra ilk kez görüyordum. Daha önce bir iki kez, ODTÜ ve ÖDP üzerine muhabbet ettiğimiz olmuştu. Gelip beni karşıladı. Birlikte odasına geçtik.

Odayı ona ayırmışlar, fakat pek fazla kullanmıyormuş. Duvardaki bir parti afişi dışında pek kağıt göremediğim bir odaydı. Masada ve dolaplarda da kağıt ve kağıttan mamul bir şey gördüğümü hatırlamıyorum. Sol partilerin herhangi bir örgüt binasının herhangi bir odası için yakıştırılamayacak bu duruma o sırada neden daha fazla ilgi göstermediğime şaştım.
Hal hatır sorma faslını fazla uzatma şansımız yoktu: Bir toplantı öncesindeki yarım saati kullanacaktık. Gene de yeni yayımlanan kitabını (Küreselleşme Heyülası) imzalatmayı unutmadım.

Önce sistEM izleyicilerine, kiminle konuştuğumuzun açığa çıkmasını sağlayacak bilgileri vermesini istedim; anlattı.


Ben, önce ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne girdim önce. Daha sonra, özellikle endüstri mühendisi olmak istediğimden değil de, bir bahis sonucu tekrar üniversite giriş sınavına girdim; Endüstri Mühendisliği Bölümü’ne de öyle girdim. Zaten yıl kaybım olduğu ve ailemin de daha fazlasına tahammülü olmadığı için 1980’de, 4 yılda da bitirdim. Daha sonra, Marmara Üniversitesine araştırma görevlisi olarak girdim; İşletme Bölümü’ne. Mastırımı, doktoramı işletme konusunda yaptım. Bir ara bürokraside Eximbank’ta görev aldım. Dönüşte, 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’ne girdim. O yıldan beri de orada öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Aslında formel olarak endüstri mühendisliği ile olan ilişkim, öğrencilik döneminden sonra sona ermiş oldu. Hani, ister istemez insan hayata bir de lisans eğitimini gördüğü cepheden bakıyor. Fakat sonuçta, endüstri mühendisliği ile; arkadaşlıklar, dostluklar, anılarla uzun döneme yayılan ama gevşek bir ilişkim var.

Peki, parti başkanlığına giden süreç nasıl işledi?
Bildiğin gibi 80 öncesi kuşağa mensup biriyim. 80 öncesinde pek çokları gibi öğrenci hareketinin içinde bulunmuş biriyim. Bire bir örgütsel mücadele ile ilişkim okulu bitirince bitmiş kopmuş oldu. Hemen ardından da 12 Eylül balyozu Türkiye toplumunun ve bizim tepemize indi. Ben kendimi, o sürecin büyük faturalarını, bedelini ödeyenlerinden biri olarak görmüyorum. Özellikle 80’li yıllarda, biraz da bunun ezikliğini yaşadım. İçinde bulunduğum ortamlarda, genelde demokrat, solcu, sosyalist biri olarak tanınmama rağmen, hep bunun ötesinde “örgütsel mücadeleye nasıl eklemlenirim?”, “tekrar solu topluma bir umut olarak nasıl yeşertebiliriz?”, “halkın güveni nasıl kazanılır?” diye bu konularda kafa yordum. Ama, takdir edilir ki birçok meslektaşımız için de bu geçerlidir. Belli bir yaşta ve sosyal konumda insanın bire bir sokak mücadelesine, mahallelerde, sendikalarda mücadele içine girmesi çok kolay olmuyor. Bir anlamda, orta sınıf, profesyonel bir insanın kendini ifade edebileceği bir yapı olması lazım.
ÖDP’nin kuruluş öncesinden itibaren, ODTÜ’den arkadaşım olan insanlarla, geniş kitlelerin umudu olabilecek, geçmişin hatalarından dersler çıkartabilen,geçmişin mirasına sahip çıkabilen, geçmişin deneyimlerinden öğrenmenin yanında geçmişin hatalarını aşabilen bir sol hareket nasıl oluşturabiliriz diye düşünmeye, konuşmaya başladık. ÖDP’nin kuruluşu olan 96 Ocak’ından önceki bir buçuk yıllık süreçte bu tartışmalarda ve kuruluş çalışmalarında yer aldım. Kuruluştan sonra da 2003 Ocak’ına kadar da Beşiktaş ilçe üyesi, Parti Meclisi üyesi, 99 seçimleri öncesinde de bir dönem Merkez Yürütme Kurulu Üyesi olarak görev yaptım. Kısacası, kuruluş öncesinden başlamak üzere kesintisiz olarak ÖDP ile birlikte örgütsel mücadele içinde oldum. Genel Başkanlığa gelişim örgütün her kademesinde çalışarak oldu.

Öğretim Elemanları Sendikasıyla ilgili bir geçmişin de var...
80li yıllar örgütsel mücadelenin gerilediği, hiç bir demokratik mücadelenin yapılamadığı yıllardı. 88-92 arası da benim üniversiteden ayrılıp bürokraside çalıştığım yıllardı. Tekrar üniversiteye döndüğümde, arada geçen dönemde Türkiye’de sosyal hareketliliğin gelişmesine paralel olarak, hatırlanırsa 89 bahar eylemleri, sendikaların canlanmaya başlaması, meslek örgütlerinin daha aktif hale gelmesiyle birlikte, üniversite örgütlenmeleri de canlanmaya başlamıştı. 94 yılında kurulmuş olan Öğretim Elemanları Sendikasına 95 yılında üye oldum. Orada da, 1996 yılından itibaren aktif olarak görev yaptım; Şube üyesi ve şube başkanı olarak. 2000 yılında da Öğertim Elemanları Sendikası Genel Başkanı oldum. 2001 sonunda çıkan Kamu Sendikaları Yasası, ana okulundan üniversitelere kadar, dikey, bütün sektörü içeren iş kolu örgütlenmesi anlayışını temel aldığından üyesi olduğumuz Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı EğitimSen’e katılmaktan başka yol görünmüyordu. Biz de onu yaptık.

Peki hocam, özetle söylersek ÖDP için kuruluş öncesinde çizdiğiniz çizgide yürüyebildiniz mi? Hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
ÖDP’nin 7 yıllık tarihi, önümüzde, bizim o zaman öngördüğümüzden çok daha uzun çetrefilli bir yol olduğunu gösterdi.
Birincisi, gerçekten aşağıdan yukarıya karar alındığı, kendi mekanizmalarının demokratik katılımcı olarak işlediği bir parti formu arayışı içindeydik. O anlamda da ÖDP’de ciddi bir deneyim birikimi oldu. Ne biz tek tek bireyler olarak bu sürecin gereklerini yerine getirebilecek olgunluktaydık ne de ÖDP’nin sosyolojik tabanının bu kadar uzun bir mücadeleyi yürütecek enerjisi ve kararlılığı vardı. Çok sayıda geçmişin nostaljisini, heyecanını yaşamak umuduyla ÖDP’ye gelen insanlar oldu yaşamın içinden. Sonunda insanlar, o nostaljiyi yaşadıktan hevesini aldıktan sonra, bu kadar uzun yorucu bir mücadelenin geri kalan kısmına aynı heyecanla, enerjiyle devam edemeyeceklerini gördüler. Kısacası ÖDP gerçekten önemli bir proje olmasına rağmen, hem solun birlik projesi olması anlamında, hem solda yeni bir anlayışı, iklim değişikliğini temsil etmesi anlamında kadrolarının ve Türkiye’deki genel solun olgunluk düzeyinin bu kadar uzun bir mücadeleyi aynı ivmede götürmede yetersiz olduğu ortaya çıktı. Onun için, ÖDP şu anda bulunduğu durumda, fikri olarak doğru bir yerde olmasına, özellikle Batı’da Avrupa’da özgürlükçü, liberter, katılımcı, demokratik bir sosyalizmi amaçlayan partiler ciddi bir güçlenme göstermelerine rağmen ÖDP bir anlamda bir duraklama dönemine girdi. Şimdi yapılması gerekenin böyle uzun bir mücadeleye hazırlık, özellikle gençlerin desteğiyle, gençlik kesiminde kök salan yeni bir örgütlenme, yeni bir kadro anlayışıyla, bu doğru fikirleri, bu doğru anlayışı sürdürmek, yaşatmak olduğunu düşünüyorum. Yani, kısa dönemde ÖDP siyasette çok belirleyici bir aktör belki olamayabilir, siyasete tek başına ağırlığını koyamayabilir ama “Ben solcuyum, sosyalistim, özgürlükçü, demokratik, katılımcı bir toplumdan yanayım ama artık eski usullerle, hiyerarşik yapılarla, tepeden inmeci bir anlayışla bunun yapılmasını da istemiyorum.” diyen insanlar için bir umut, bir adres olarak, ÖDP’yi ayakta tutmanın ben çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zaten bu sorumluluk isteyen görevi de, böyle bir hissiyatla kabul ettim. Çünkü, biraz öznel bir değerlendirme olacak ama, şöyle düşündüm: En azından bir yurttaş olarak bir seçmen olarak, bir taraftan benim solcu, sosyalist, devrimci ruhuma hitap edebilecek olan ama öbür taraftan katılımcı, demokratik, özgürlükçü olan, solun geçmiş deneylerinden dersler çıkaran, ortodoks, stalinist anlayışlara prim vermeyen bir adres olsun. En azından “bir yurttaş olarak da ileride gidip oyumu buraya verebileyim, toplumsal mücadele ilişkimi burayla sürdürebileyim.” gibi belki biraz da bencilce düşünceden kaynaklanıyor. Daha da açıkçası, şu anda partinin genel başkanıyım ama, solun tarihine anlamlı kayıtlar düşmek için de bu fırsatların kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Ben bugün genel başkanım ama diyelim ki 10 yıl sonra, 5 yıl sonra, 3 yıl sonra, sıradan bir üye olarak gideyim ilçemde üyelik ilişkimi devam ettireyim. Mesleğimi de bir yandan sürdüreyim. İnsanın başkan olduğu, yönetici olduğu bir yerde, sıradan bir üye olarak da sorumluluğunu yerine getirebildiğinin örneğini vereyim de istiyorum. Açıkçası, o günlerin gelmesinin özlemi içinde olduğumu da söyleyebilirim.

Geçenlerde, listEMizde bir arkadaşımız ülkede iki partili bir yapıya doğru gidildiğini, bugün görünen haliyle, AKP’nin iktidar olduğu bu yapıda da CHP dışında muhalefet şansı olmadığını, diğer partilerin ‘hikaye’ olduğunu söyledi. Sana göre, bu ülkede siyasetin geleceğinde ÖDP nerede olacak?
Böyle şebeke tipi haberleşme aygıtlarının aslında insanların düşüncelerini en serbest biçimde ifade edecekleri; günlük çıkarlardan, menfaatlerden uzak, en özgürlükçü tartışmaların olacağı platformlar olarak görüyorum. Birileri burada bile, reel politikayı dayatıyorsa... Bir partinin düşünen insanları, belli bir entellektüel düzeyi olan insanları, bir siyasetin savunusunu ideoloji üzerinden, fikirler üzerinden, programlar üzerinden yapması gerekir. Halbuki, bunu dayatmacı, tepeden inmeci, toplumdaki güçler dengesini zorlamayı hiç düşünmeyen, hayata müdahale etmeyi hiç düşünmeyen, bunu veri alan bir tarzda yapılması, böyle bir ortamda bile, internet ortamında bile bu şekilde sürdürülmesi, hayatın içerisinde ne kadar kısıtlamalarla, baskılarla, güç ilişkileriyle koşullandırıldığımızı gösteriyor. Aslında ÖDP ve genel olarak muhalif akımlar biraz da bu zihniyetleri kırmak, bu zihniyetlere karşı bir adres olabilmek için ayakta kalabilmeliler. Birisi bana “bakın şu partinin görüşü şu nedenle doğru.” ya da “Bu ülkenin şu anki ihtiyacı şöyle bir ekonomi politikası izlemektir.” dediğinde, ben ona katılmasam bile bir alternatif önerdiği için saygı gösterir, tartışırım. Fakat, bizim karşımıza hep bir takım zorunluluklar çıkartılıyor. “Beğen ya da beğenme küreselleşmöe diye bir süreç var; buna tabi olmamız, gereklerini yerine getirmemiz gerekir.” İşte, “IMF diye bir kuruluş var, beğenelim ya da beğenmeyelim; buraya borçlanmışız, IMF programlarını izlemekten başka alternatifimiz yok.” Bunun gibi “Parlamentoda iki parti var; herkes görüyor, bunlardan birine yönelmekten başka çaremiz yok.” da aynı şekilde, insanların özgün düşünmelerini, kendilerini geliştirebilmelerini, sistemin mevcut kalıpları dışına çıkmalarını engelleyen, vizyonumuzu, ufkumuzu tamamen daraltan anlayışlar. O bakımdan, böyle bir tartışma varsa, bu ülkede hangi programla, hangi ufukla, hangi ideoloji ile bir siyasi partiye destek verilmesinin tartışılması gerektiğini düşünürüm. ÖDP, en özetinde, dünyada yaşanan bu insani ilişkilerin sistem içinde hiç bir rolünün olmadığı, tamamen hayatı piyasa ilişkilerine terk edenbunu da ulusalın ötesinde uluslar arası sermayenin çıkarlarına, taleplerine uygun bir dünya olarak tanımlayan küreselleşme sürecinden yaşamı ve çıkarı zarar gören, mağdur olan insanların taleplerini, çıkarlarını mücadelelerini hayata geçirmesinin birincil görevi olduğunu düşünüyorum.
Bu şu anlama da geliyor: Eğer perspektifinizi, bu ülkede faaliyet gösteren bir parti olarak, küreselleşme sürecinden zarar görenlerin kaderlerine sahip çıkmak şeklinde belirlerseniz, ister istemez dünyanın başka yerlerinde bu süreçlerden etkilenen diğer insanlarla; yani Meksika’daki, Güney Kore’deki, Endonezya’daki insanlarla da kaderinizin çakıştığı sonucuna varırsınız ve ulusal perspektifinizin ötesinde enternasyonal bir perspektifiniz de olur. İçinde bulunduğumuz konjonktürde böyle bir enternasyonal anlayışı yeni enternasyonalizm olarak anlamak gerektiğini düşünüyorum. Bunun hem bugünün ihtiyaçlarına, hem bizim geçmişten beri geliştirdiğimiz, yeşerttiğimiz düşüncelere uygun olduğunu düşünüyorum. Sol, sosyalizm zaten tanımı gereği enternasyonalist olmalıdır. Bütün dünyada yaşayan değişik ırklardan, cinsiyetlerden, değişik etnik kesimlerden insanların sorunlarını çözmek gibi bir sorumluluğu önüne koymalıdır. Ama bu ülkede faaliyet gösterdiği için de bu ülkenin sorunlarına daha fazla duyarlı olmalıdır; kendi toprağına sağlam basmalıdır. O anlamda, “iki tane parti var, büyük güçler var, bu saatten sonra hayaller dünyasında yaşamayalım” anlayışlarının en azından benden ve benim gibi düşünenlerden uzak olduğunu düşünüyorum. Zaten bir sistemin kendini geliştirmesi, kendini aşabilmesi için; sisteme dışından bakan, sistemin parametrelerini veri kabul etmeyip onları değiştirmeyi de önüne koyan aktörler olamadığı sürece sistemler kendilerini tekrarlar ve kendilerini aşamazlar. O bakımdan, sisteme karşı olan bir bir parti ve kişi olmama karşın sistemin kendini devam ettirebilmesi açısından da farklı düşünen insanların olması gerektiğini düşünmek gerekli. O bakımdan farklı düşüncelerin önünü, bir düşünce ortaya koymadan, güç ilişkilerini veri alarak kesme anlayışının uygun bir anlayış olmadığını düşünüyorum.
Endüstri mühendisliğinin de, farklı disiplinlerin kendi alanlarında geliştirdikleri bilgileri başka disiplinlere başka sistemlere taşımaya da amaçlayan bir meslek olduğuna göre, böyle daraltıcı bir anlayışın endüstri mühendisliğinin genel felsefesine de aykırı olduğunu düşünüyorum.

Endüstri mühendisliğinin siyaset yapma ve siyaseti değerlendirme konusunda endüstri mühendislerine bir şeyler kattığını düşünüyor musun?
ÖDP, geçmişin sol pratiklerine, dogmatik anlayışlarına tepki olarak doğdu. Bazen bu tepkileri ileri götürdüğümüzü düşünüyorum; mesela geçmişte, eğitim dendiği zaman, örgüt içi eğitim dendiği zaman, partinin merkez komitesi tarafından, “doğruları bilenler” tarafından, “doğrular”ın kadrolara benimsetilmesi, kadroların irşad edilmesi anlaşılıyordu. Buna olan tepkiyle, ÖDP ilk yıllarında hiçbir eğitim faaliyeti sürdürmedi. Partinin genç kesimleri de hangi kitap fazla ilgi görüyorsa ondan, dolayısıyla hakim ideolojilerden etkilendi. Biz bugün, eğitimin; gençlere, kadrolara ‘doğrular’ın benimsetildiği bir süreç olmadığını bilerek ama belli bir sistematik dahilinde alternatifleri göstererek, hem dünyada hem Türkiye’de yaşanan bilimsel tartışmalara dayanan, farklı sosyalist pratiklere dayanan uzun vadeli sistemli bir süreç olarak uygulamaya çalışıyoruz.

Parti, bütün örgütsel yapılar gibi çok geniş bir örgütsel perspektif gerektiriyor. Çünkü Türkiye’deki Partiler Yasası ülke çapında örgütlenmenizi; hem sehirlerde, ilçelerde, beldelerde örgütlenmenizi gerektiriyor. Çok büyük bir örgütsel yapıya sahip olmanız lazım. Örgütün tüm kademeleri arasındaki iletişimin çok yoğun ve dinamik olması lazım. Bu hem örgütün tüm bileşenlerinin günlük hayat içerisinde bir pratiği hayata geçirmesi gerekiyor hem de geri beslemelerle hatalarında dersler çıkartması, toplumdaki değişimlere göre hem partinin genel politikalarını bilmesi, hem de kendi bulunduğu özgün koşullara bunu tercüme etmesi... Aslında parti, bir endüstri mühendisi için çok dinamik, öğrenen örgüt kavramına uygun olarak sürekli kendini yenileyen, geliştiren, hatalarından dersler çıkartan çok kompleks bir yapı. Bunun finansmanı var, bizim gibi partiler hem sermaye güçlerine dayanmıyor, öbür taraftan politika yapabilmek için belli bir parasal gücü olması lazım. Personel politikasına denk gelen kadro yapısı var. Bir örgüt amacı var. Şirketlerin tüketici ile ilişki kurmasında sahip olduğu problemler gibi partiler için de seçmenler var. Çok kompleks, çok kısa sürede refleks göstermeyi gerekli kılan bir mekanizma. Onun için, zaman zaman meslekte öğrendiklerimizin buraya nasıl uygulanabileceğini düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Bunlar partiye ne kadar olumlu yansıyor onu şu anda söyleyebilmek mümkün değil.

Meslektaşlarımızı belki doğrudan ilgilendirebilecek bir soru sorayım: Partilerin endüstri mühendisi istihdam etmeleri onların işlerine yarayabilir mi peki?
Özgürlük ve Dayanışma Partisi, mali olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle, bazı büro işleri dışında profesyonel eleman istihdam edebilen bir parti değil. Ama gerçekten bir partili kimliğinin ötesinde, endüstri mühendisliği kimliği ile, sisteme dışarıdan bakabilen, sistemin içindekilerin göremediği eksiklikleri, güçsüzlükleri de görebilen, sistemin gücünün ve avantajlarının nereden geldiğini daha objektif olarak görebilen birinin, gerçekten işe yarayabileceğini ben düşünüyorum. Sadece endüstri mühendisi değil başka alanlarda da profesyonel uzmanların istihdam edilebilmesi, bütün sistemlerde olduğu gibi partilerin daha verimli olmasına yardımcı olabileceğini düşünüyorum.

Peki hocam, meslektaşlarımıza bir kapı daha aralayarak söyleşimizi bitirmiş olduk. Zaman ayırdığın ve bizimle bir çok konuyu çok içten bir biçimde paylaştığın için çok teşekkür ederim.
Ben de sana, bana bu olanağı özellikle yaygın medyanın ÖDP’yi görmezden geldiği bir dönemde tanıdığın için teşekkür ederim.

Söyleşi: 6 Kasım 2003 Yayın: 24 Ocak 2004

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler