Ben bira
muhabbetinde pek birşey diyebilecek durumda olmadığımdan, "DPT
muhabbeti" benim için arada boğulmamıştı zaten. Işın Çelebi
DPT'den de sorumlu bakan olarak atanıp DPT'nin başına "tek ciddi
başarısı kendisini pazarlamak olan yakışıklı"yı atadığında DPT
özel olarak ilgilenmek zorunda olduğum bir kurum olmuştu. O
dönemde DPT'de bir tür "misyon değişimi" ilan edilmiş (ama
elbette "sadece" ilan edilmiş, yoksa sahiden bu manada birşey
yapılmamış) idi. Bu misyon değişimini hatırlamaya çalıştım.
Hatırlayamadım. DPT hakkındaki tartışmalara ışık tutacak
birşeydi. Hatırlayabilseydim, aşağıdaki "kışkırtma"ya lüzum
kalmadan meseleye müdahil olacaktım :-).
Ama Turgut'un "meydan okuması"ndan sonra meseleye bigane
kalamam. Diyebilirim ki mesela "DPT işlevini yitirmedi, çünkü
zaten işlevi yoktu." Var mıydı yani? Bu itirazı "abartılı"
bulanların da yazıyı okumaya çalışmasını temenni ediyorum.
Şöyle bakabilir miyiz: Memleketin hallerinden memnun olan kimse
yok galiba bu listede. Memnun olunacak az biraz bir şeyler
varsa, listeye düştükleri kadarıyla, onların herhangi biri ile
DPT (yani DPT'nin varlığı) arasında bir alaka kurabilecek olan
kimse var mı?
Denebilir ki (ve ben zihinlerin gerisinden dendiğini
zannediyorum ki), "eğer DPT olmasaydı, herşey bugün olduğundan
daha berbat olacaktı." Aksini elbette ispat edemem. Ama burada
ciddi bir asimetri var ve yıllardır türlü biçimlerde buna işaret
etmeye çalışıyorum. O da şu: Bu iddianın sahipleri, hiç bir
durumda kendi iddialarını ispatlamak zorunda kalmıyorlar
(kendilerine bile ispatlamak zorunda hissetmiyorlar). Ben ise
DPT olmasaydı hiç bir şeyin olduğundan daha berbat
olmayabileceğini ispatlamak zorundayım. Bu asimetrinin kaynağı
nedir? Dayanağı nedir?
Artık daha "ciddi" olabilirim. DPT, eğer bu asimetri olmasaydı,
bu memlekete yarayışlı bir kurum olabilirdi. Eğer bu asimetri
bir biçimde geriletilebilirse, DPT'den bundan böyle de fayda
elde edilebilir. Ama "DPT kurmuş olmak"a yol açan zihniyeti hiç
sorgulamayan zihinlerin DPTsinin hiç bir fayda doğurma şansı
yoktur, aksine zarar verir.
Bir "mühendis" olarak benim açımdan "problem" bellidir. DPT
belirli "işlev"leri yerine getirsin diye varedilmiş ve
yaşatılmıştır. Bu işlevler, "eğer gerçekliğe bakacak olursak",
yerine gelmemiştir. Bu işlevlerin yerine gelmemiş olması, benim
için hoş birşey değildir. O halde "neden" yerine gelmediklerine
bakmak lazım gelir. Bakmanın bir yolu, "DPT olmasaydı herşey
daha berbat olacaktı" diye başlayıp, onun varlığını hiç
sorgulamamaktır. (Turgut'un "DPT'nin rolünü uzun yıllar yerine
getirdiği" kanaati bence bu yaklaşımın "mazereti"dir. Ama hal
buysa Türkiye neden bu halde? Doğru dürüst planlar yapılmış
olsaydı, Türkiye'nin bu halde olmayacaktı olduğu da söylenip
durmuyor mu?) Bu zihniyet bir yığın başka şeyi tartışılmazlık
şemsiyesi altında gölgede bırakır. Bir diğer yol ise, "DPT'yi ne
pahasına olursa olsun muhafaza etmek" için uygun argümanları
geliştirme çabasından azade bir tarzda, "sahiden" problemi
çözmek kastıyla problemle yüzleşmektir.
Birinci halde çözüm alanı daha baştan ciddi bir biçimde
sınırlandırılmış olur. Eklenen "yeni constraint", bir ihtimal,
sahici çözümü dışarıda bırakıyor olabilir. Yani bu halde
sorgulanmayan sadece DPT'nin varlığı olmaz. Ama asıl mesele bu
değildir. Benim için ciddi olan iki mesele daha vardır.
Birincisi, bu "DPT'nin varlığını sorgulamama hali" alışkanlık
yapar. Artık olur olmaz yerlerde çözüm alanları lüzumsuz
kısıtlarla sınırlanır. İkincisi ise, "çözümler" nadiren
hazırdır. Genellikle yapılmaları gerekir. Bu "yapım" işi, yine
genellikle "baştan başlama"yı, varolanları yeniden düzenlemeyi,
varolanların birçoğunu "değiştirmeyi" gerektirir. Yani süreç
evrimseldir ve evrim varolana, varolduğu halini muhafaza ederek
yeni bir şey eklemek değildir (Mesela insan, diğer bütün
organları varolan bir hayvana, mesela göz ekleyerek yapılmış
değildir.). Evrim, varolanın varolmamış olduğu hale
değişmesidir. Eskiden varolanların yeni fonksiyonlar
üstlenmeleri filan gibi bir süreç de işin bir parçasıdır. Yani
ikinci çözüm yaklaşımı denenecek olursa neticede DPT yerinde
kalabilir. Bir ihtimal problemin DPT ile hiç alakası yoktur ve
DPT aynı haliyle kalabilir. Galip ihtimal DPT'nin değişmesi
lazım gelir ve değiştirilerek varlığını muhafaza eder.
Şimdi herkesin "yani DPT'nin değişmesine ve şartlara uymasına
kimin itirazı olabilir" filan dediğini duyar gibi oluyorum.
Kimse "dilde" itiraz etmiyor elbette. Zaten herkes yapıp
ettiklerini yapınca da DPT (ve herşey) değişiyor. Ama arkplanda,
işaret ettiğim zihniyet, bu değişimlerin hepsinin "niteliğini
değiştiriyor". Değişimler olması lazım gelen şeyler olmuyor.
Herşey hep zorlamayla oluyor. Hiç bir değişim, sahiden
problemlerimizi çözmeye katkı sağlayan şeyler olmuyor da, hepsi
bir yığın ekstra problem kaynağı oluyor.
Ben planlama faaliyetlerinin "varlığına" karşı değilim. Daha
önce de işaret ettim. Ben de planlama sayılabilecek şeyler
yaparım/yaptım ayrıca. Ama planlamayı "kendisi için" ve kıymeti
kendinden menkul bir faaliyet olarak da görmem. Kabaca, şematize
ederek şöyle söyleyeyim (elbette mesele daha geniş ve daha
renkli): Her "plan", kendisi dışındaki dünyaya bir dizi
"constraint" dayatır. Buna katlanırız, çünkü plan bize fayda
sağlar. Ama her "constraint" de, başka problemlerin çözümünü
zorlaştırır ve birçok durumda başka problemlerin uygun
çözümlerini ortadan kaldırır. Dolayısıyla planın bir maliyeti de
vardır. Biz planlamayı seviyoruz diye, planların faydalarının
"her durumda" maliyetlerinden daha yüksek olduğunu varsaymak
tehlikelidir. Planlamada böyle "her şartta olumlu" nitelikler
vehmetmek tehlikelidir. Böyle bir "planlama" kavramı yoktur.
Böyle tekil bir plan da yoktur. Benim işaret ettiğim şey budur.
Plan yapar, sonra da onun maliyetlerinin lüzumsuz yere yüksek
olduğunu idrak ettiğinizde o plandan cayar ya da onu revize
etmeyi göze alırsanız, ruh durumunuz buysa, planlama tehlikeli
filan olmaz, zevkli bir şey olabilir.
Her plan revize edilir. Elbette biliyorum. Ama bu plan
revizyonlarının ardında böyle "minnettar" bir ruh durumunun
olduğunu elbette söyleyemezsiniz. Genellikle olan iki şeyden
biridir: (a) Herifler ne berbat plan yapmışlar (filanca
değişkenleri hesaba katmamışlar), revize etmemiz lazım geldi,
(b) ne güzel bir planımız vardı, bu da nereden çıktı şimdi
yeniden plan yapmak lazım gelecek.
Çok defansif bir metin oldu. Olmaması lazım gelirdi, çünkü
Turgut'un beni böyle defansif davranmaya sevkedecek bir üslubu
yoktu. Ama --mazeret sayılırsa-- yorgunum. İki manada. Fiziksel
olarak yorgunum, çünkü iki gece üst üste yol yaptım. Ruhsal
olarak yorgunum, çünkü ifade etmeye çalıştığım (ve ifade
edilmesini mühim bulduğum) nüansları ifade edemiyorum ki
durmadan aynı şeyleri tekrarlamak zorunda kalıyorum. Bu manada,
artık sahiden derdimi dile getirebileceğimden ümidim kalmamış
olsa da özetleyeyim:
Eğer planlama faaliyetlerinin yapısal özelliklerinden "şüphe
ederek", planlamanın imkan ve sınırlarını sorgulamayı göze
alarak başlarsanız, DPT'nin varlığı ve biçimi hakkında
varacağınız neticeler farklı olacaktır. Bu tür "constraint"leri
sorgulamama kararlılığıyla çıkılacak yoldan varılacak noktadan
farklı olacaktır. Birinci halde ulaşılacak yer, ikinci haldekine
kıyasla daha "iyi" olma ihtimali daha yüksek bir yerdir. Ama
asıl mühimi bu değildir. Bu "tercih", tericihi yapan kişiyi
değiştirir ki, hayatı sahiden yaşanmaya değer kılan şey, bence,
bu değişimdir. Türkiye'ye bakıp bakıp yakınıyoruz, bence çünkü,
hayatlarımız yaşamaya değer şeyler değil. Kendi hayatımızın
yaşanmaya değmezliğini, Türkiye'yi kendimize uydurmaya çalışarak
gidermeye çalışıyoruz. Maruzatım bundan ibarettir.
Sevgiler |