"....Bir "mühendis"
olarak benim açımdan "problem" bellidir. DPT belirli "işlev"leri
yerine getirsin diye varedilmiş ve yaşatılmıştır. Bu işlevler,
"eğer gerçekliğe bakacak olursak", yerine gelmemiştir. Bu
işlevlerin yerine gelmemiş olması, benim için hoş birşey
değildir. O halde "neden" yerine gelmediklerine bakmak lazım
gelir. Bakmanın bir yolu, "DPT olmasaydı herşey daha berbat
olacaktı" diye başlayıp, onun varlığını hiç sorgulamamaktır.
(Turgut'un "DPT'nin rolünü uzun yıllar yerine getirdiği" kanaati
bence bu yaklaşımın "mazereti"dir. Ama hal buysa Türkiye neden
bu halde? Doğru dürüst planlar yapılmış olsaydı, Türkiye'nin bu
halde olmayacaktı olduğu da söylenip durmuyor mu?) Bu zihniyet
bir yığın başka şeyi tartışılmazlık şemsiyesi altında gölgede
bırakır. Bir diğer yol ise, "DPT'yi ne pahasına olursa olsun
muhafaza etmek" için uygun argümanları geliştirme çabasından
azade bir tarzda, "sahiden" problemi çözmek kastıyla problemle
yüzleşmektir....."
Cemal'in aşağıdaki mesajından yukarıya kopyaladığım paragrafın
altını çizdiğim bölümü hakkında:
Türkiyenin canım komşularının neredeyse tamamından daha iyi
durumda olduğunun kanıtı olarak Türkiye'de DPT'nin işlevini
göstermek ne kadar ("eksik"liği nedeniyle) yanlış bir sonuçsa,
Türkiye'nin olumsuz anlamda "bu halde" oluşunu da DPT'nin
işlevsizliğine kanıt olarak kullanmak o kadar (yine "eksik"liği
nedeniyle) yanlıştır.
"Planlama" konusundaki görüşlerimin kelamlar halinde fiile
dönüşmesi ile oluşabilecek "ListEM'de toplu baygınlık" haline
fazla sebebiyet vermeden, Cemal'in
"...Her plan revize edilir. Elbette biliyorum. Ama bu plan
revizyonlarının ardında böyle "minnettar" bir ruh durumunun
olduğunu elbette söyleyemezsiniz. Genellikle olan iki şeyden
biridir: (a) Herifler ne berbat plan yapmışlar (filanca
değişkenleri hesaba katmamışlar), revize etmemiz lazım geldi,
(b) ne güzel bir planımız vardı, bu da nereden çıktı şimdi
yeniden plan yapmak lazım gelecek....."
şeklinde ifade ettiği planların "revizyon" halleri ile ilgili
görüşümü de kısaca belirteyim:
Plan, "güncel" ise plandır, yoksa geçersizdir. Yani "güncel"lik,
"plan" denen şeyin tabii özelliklerindendir. Eğer "güncel"lik
planın tabiyatında varsa "revizyon" da vardır. Bırakın Cemal'in
(a) ve (b) altında özetlediği "revizyon reaksiyon"larını,
paragrafının başındaki "Her plan revize edilir" ifadesi bile
bana, plana (gereksiz şekilde) ilave edilen bir ifade gibi
geliyor. Planın güncel olması tabii olduğundan revize edilmesi
de tabii'dir, revize ediliyor olması plana bir özellik
kazandırmaz. Olsa olsa revize edilmeyen plan bir özellik
kazanır, o özellik de "geçersiz" olmasıdır. (Opportunist bir
analoji: "güzel kadın" tanımlaması tabii olan bir durumu
gereksiz yere belirttiğinden, "çirkin kadın" tanımlamasından
daha yersizdir.)
Plan, bugünün koşulları ve dünkü oluşanlar ışığında yarın
oluşabilecekler dikkate alınarak yapılan ileriye doğru bir
düşünce ve hareket tarzı niyetidir. (Tanımın kaynağı: görüşüm
doğrultusunda benim uydurmam. Planların "dinamik" olması gereği
zannederim tanım içinde var)
Bence gerekliliği ve potansiyel faydası tanımının içinde bile
(bence) son derece bariz bir faaliyettir planlama.
Neyse, buralarda bir yerde durayım...
Sevgiler
Turgut Uzer '76
"....Bir "mühendis"
olarak benim açımdan "problem" bellidir....." şeklinde başlıyan
bir argüman, düşünce kurmada "mühendisliğin" sınırlayıcı bir
unsur olarak kullanıldığı izlenimini bırakıyor bende. Nitekim
paragrafın devamında Cemal'in değerlendirmesini de fazla
"köşeli", sebeb sonuç bağlantısını fazla dar bir alanda arayan
bir yaklaşım ve fazla "deterministic" bulduğumu da ekleyeyim.
Buradan itibaren diyeceklerim "mühendislik" konusunda bir "spin
off" ve " DPT işlevini yitirdi mi ? " konusunda söylenenlerle
direk bir ilgisi yok:
Osman (Kazan)'ın "ortamı rahatlatma" uğruna ileri sürdüğü altı
bilinmeyeni dört eşitliği kullanarak bulma sorusuna hatır için
bir eşitlik daha eklenecek olsa bile çözümün yanına yaklaşma
olasılığı pratik olarak sıfır olan "mesleğin bir yüz karası"ndan
mühendislik ukalalığı:
Mühendislik uygulaması, "her şeyin bir sebebi vardır" ana
varsayımına dayanır. Mühendisleri, "gayri mühendisler" nezdinde
çekilmez kılan bu ana varsayım, doğru olsa bile (ki bence doğru
değildir) sebebi bilinmeyen şeyin yok sayılması hakkını
mühendise vermez.
Daha doğrusu vermemesi gerekir. Ancak numunelerini daha çok
"hard core" mühendislerde gördüğüm uygulama yaklaşımı, "sebebini
bulamıyorsam, veya ileri sürülen muhtemel sebeb aklıma
yatmıyorsa, "yok"tur " şeklinde.
Şimdi geldim önemli yol ayırımına: Bu yaklaşım, sebebi bulmak
için bir motivatör olarak kullanıldığı sürece bence mühendisin
gelişmesinde olumlu rol oynuyor. Aynı yaklaşım, durumu o "şey"in
var olmadığı şeklinde algılamak yolunda kullanılıyorsa
mühendisin gelişmesinde olumsuz rol oynayabiliyor.
Gibi geliyor bana...
Sevgiler
Turgut Uzer '76
Bugün bir mesaj daha yazıp sopa yemeyi garanti altına almak
yerine şuracığa ekleyeceğim "yet again" bir ilgisiz şey daha:
Cemal'in planlama konusunda söylediklerinde benim anladığım
kadarıyla "Planlama faaliyetinin, başkalarının hürriyetini,
hareket sahasını daralttığı" şeklinde bir çıkarım var.
Doğru anladığım varsayımıyla devam ediyorum:
Bazı planların başkalarının hareket sahasını daraltıyor olması
bir "planlama" sorunu değil, "yetki/sorumluluk, güç dengesi"
sorunudur. "Başkalarının hareket sahasını daraltma" gibi bir
"kabiliyet", planlama yapılıyor olması nedeni ile "kazanılmaz".
Turgut,
Ben "planlama"dan sözederken hep dilimi ısırarak konuşmaya
gayret ettim. Yine de hatanın bende olabileceğinden de endişe
ettiğim için, kendi yayınladığım kitabın indeksinde "planlama"
kelimesinin yanındaki sayfalara bir daha göz attım. Evet,
dikkatle, dilimi ısırarak konuşmuşum.
Planlama her vakit yapılır. Herkes plan yapar. Ve plan,
kavramsal olarak senin söylediğin herşeyi de ihtiva eder. Ve
lakin, biz birçok spesifik durumda birçok kelimeye, kelimenin
genel manasından başka anlamlar yükleriz. Böyle yaptığımızı
işaret ettiğimiz sürece, bunda bir beis olduğunu zannetmiyorum.
Aslında başka türlü iletişim kurma imkanı olduğunu da
zannetmiiyorum.
Bir plan kavramı var ve bu tam da senin dediğin gibi. Ben, başka
kavramlar etrafında dolaşırken, toplumları birer fabrika olarak
filan görmekten söz ederken plan kavramına da değinmiş biriyim.
Benim meselemin planlarla, planlamayla alakalı olmadığı aşikar.
DPT hususunda tartışırken de, "meseleyi planlamayı neden ve
nasıl yapıyoruz"a çekmekte fayda vardır demeye çalıştığım, bence
aşikar. Eğer plan yapacaksanız, plan yapmanın arkasındaki
duygusal ve örgütsel motivasyonları gözden geçirmek lazım gelir
demeye çalışıyorum. Demeye çalışıyorum ki, sorgulamaktan hiç
hoşlanmadığımız varsayımlar var ve plan gibi "masum" terimler
vasıtasıyla yapıp ettiklerimizde tayin edici olabiliyorlar.
Demeye çalışıyorum ki, bu varsayımlar muhafaza edildiğinde plan
başka, edilmediğinde başkadır. Edildiğinde DPT'nin ne olacağı,
bugün YÖK'e bakarak pekala görülebilir.
Böyle varsayımlarımız olmadığına katılmayabilirsiniz. Böyle
varsayımların olduğunu ve fakat onların böyle dolambaçlı yollara
ihtiyaç duymadan hayatımıza müdahale ettiğini iddia
edebilirsiniz. Ya da böyle varsayımlarımızın olduğunu, her nasıl
hayatımıza karışırlarsa karışsınlar, işe yaradıklarını iddia
edebilirsiniz. Ama şimdi yapılmakta olan şeyin ne olduğunu
doğrusu ben anlamıyorum.
Elbette başkalarının tavır ve tercihlerini tayin edebilmek için
"plan yapmak" kafi değildir. Ben burada kendi kendime, mesela
Turgut'un bu akşam bana döner yapmasını "planlasam", bu
Turgut'un tercihlerine bir "müdahale niyeti" olur ve lakin,
aşikar ki, akim kalır. Ben "mühendisim" ve bunun böyle olacağını
bile bile plan yapmam. Bu halde bile plan yapan birileri varsa
eğer, benim ilgi sahama girmiyorlar.
Benim tartışageldiğim şey, kudretin aşırı temerküz ettirilmesi.
Kudretin aşırı temerküz etmesinden hepimiz mustaribiz. Ve fakat
buna karşı kaydadeğer bir itiraz yok. Siyasi partilerin genel
başkanlığı koltuğuna hasbelkader oturmuş bir takım adamlar,
aşırı güçlü olmanın getirdiği deformasyonun neticesinde,
Türkiye'nin siyasetinin dokusunun deforme olmasına yol açtılar.
(Ben böyle iddia ettim. Katılan katılır.) Benzer bir "oluşumu"
istediğin her alanda gösterebilirim. Zaten göstermeye de
çalıştım. Bu listede aylarca siyaset tartışıldı. Başka şeyler
de.. Ama siyasette ya da başka alanlarda kudretin aşırı temerküz
etmesinden kayda değer bir şikayet geldi mi? (Yani, "evet tamam
da, şimdi başka önceliklerimiz var" dendi en iyimser ihtimalle.)
Şimdi kendine dön ve bak. Parti genel başkanlarının ya da
rektörlerin, ya da ne bileyim başka birilerinin güçlerinin bu
kadar çok olmasından, eğer o adamların "şahıslarına" karşı bir
güvensizliğin yoksa, prensip olarak karşı mısın?
Bence değilsin. Bence formülasyon şöyle: Siyasi parti gemel
başkanları, rektörler güçlü olmalı. Ama bu güçlü makamlara layık
olan, bu gücü toplumun lehine kullanacak birileri gelmeli. Bizim
başarısızlığımızın ardındaki sebep, bu makamların elinde bu
kadar kudret olması değil, bu makamlara abuk sabuk adamların
gelmesidir. Ve bu "varsayım"ın üzerinden, hemen bütün
tartışmalar iki genel yoldan birine kayıyor: (a) Nasıl yaparız
ederiz de uygun adamları bu makamlara getiririz. (b) Bizim
ahalide (kültüründe, şusunda, busunda) iş yok azizim, doğru
dizayn edilmiş makamlara, şu ya da bu sebeple, yanlış adamları
getirip duruyorlar. (İsteyen bu listenin arşivini de istediği
gazetenin arşivini de istediği kadar mıncıklayabilir tespitimin
haklı olup olmadığını test etmek için.)
Bence hal bu değildir. Hal, gücün bu ölçüde temerküz etmiş
olmasıdır. Bir yığın sebeple.. Bir defa, mesela, bu kadar gücü
elinde bulunduran insan, kendisine uygun meydan okumalar
geliştirilemeyeceği için, her hangi bir gücün hakkından
gelebilecek biçimde evrimleşemez. Ve daha --defalarca iddia
ettiğim-- bir yığın şey..
Meselenin planlama ile alakası şurada: Neden gücün aşırı
temerküz etmesine itiraz edilmiyor? Çünkü yapılacak şey belli.
Bunu yapabilmek için şöyle doğru dürüst bir kudret lazım.
Planlama bu anlayışın mütemmim cüzü. Eğer planlama gibi bir
enstrümanımız olmasaydı, eğer planlayabiliyor olmasaydık, bütün
bu akıl yürütme, bu merkezileşmeye yol açmazdı. Çünkü kudretin
bir elde toplanması, yapılacak şeyi yapmaya elvermezdi. Şimdi
elverir. Çünkü bir defa ne yapacağımızı biliyorsak, artık onu
planlayabiliriz. Demek ki bu planları gerçekleştirecek kudretli
bir organa ihtiyaç var.
Planlar revize edilir. Ama her plan "revize edilmemek" üzere
(hadi ümidiyle diyelim) yapılır. Planlama yapan herkes, ulaşmak
istediği hedefi tayin etmiştir. Etmemiş olsa, plan da yapamaz
zaten. Mesele şu ki, hedefe ulaşmak amacıyla planlanmış
faaliyetler (a) hedeflere ulaşamayıp bambaşka yerlere
yönelebilir, (b) hedefe ulaşsa BİLE, bizim hiç hedeflemediğimiz
bir yığın başka faaliyeti tetikleyerek, hiç hesapta olmayan
şeylere yol açar. Birileri pekala bu "beklenmedik" neticeleri
vakarla, minnetle ya da birer fırsat olarak değerlendirerek
karşılayabilir. Benim, böyle yapanlara ve onların planlamalarına
itiraz etmediğim, bence aşikar. Ve fakat, rüzgarlar teknesini
hiç hayal bile edemeyeceği güzelim koylara taşımışken, sırf
"hedefe kilitlenmişlik" yüzünden bu koylara bok atmaların
arkaplanında neler olup bittiğine bakmayalım mı? Benim
"planlama" lafı her açıldığında, münhasıran bu hali tartıştığım
da bence aşikar.
DPT'yi ihya edelim. Planlar yapsın. Biz de planlar yapalım. Ama
YÖK, DPT ve hatta Turgut Uzer olarak yaptığımız "bütün"
planların, eninde sonunda, başkalarının hareket alanını
sınırlıyor olduğunu, "gerçekliğin" böyle olduğunu da görelim.
Yani planlama kavramı bunu "gerektirmez" diye, senin fabrikada
yaptığın planlar, oradaki işçilerin, mühendislerin hareket
alanını sınırlamıyor mu? YÖK'ün YÖK olarak "kendi planları"nı
"gerçekleştirebilmesi"nin ön şartı, diğer bütün "oyuncu"ların
aşırı güçsüzleşmesidir. Sen ancak işçiler aşırı
güçsüzleştirilmiş olduğu için fabrikada keyfine göre planlar
yapabilirsin. Eğer işçiler mesela saat kaçta işe gelip, kaçta
gideceklerine kendileri karar verme hakkında sahip olsalar,
istersen yine planlar filan yapabilirsin de, bunlar seni
eğlendirmekten gayrı hiç bir mana ifade etmez. Plan yapıyorsan,
yapabiliyorsan, birileri aşırı güçsüzleştirildiği içindir.
Dolayısıyla planlama ile gücün dağılımı öyle bübütün alakasız
kavramlar değildir.
Fabrikada plan yapmazsan fabrika fabrika olmaz. Ben de demiyorum
zaten işçileri serbest bırakın, istedikleri saatte işe
gelsinler. Ama toplum bir fabrika, fertler de bu fabrikanın
işçileri değildir diyorum. Siyaset bir fabrika değildir,
üniversite bir fabrika değildir diyorum. Bunlara fabrikaymış
gibi bakıyorsunuz diyorum. Burada tartışılabilecek hususlar
bence bellidir ve şimdi tartıştığımız hususlarla hiç alakası
yok.
Ben "karmaşık sistemlerde planlama zordur, hesaba katılamayan
bir yığın faktör vardır" filan dediğimi de zannetmiyorum.
Planlanmasının maliyetleri faydasını çok aşan sistemler vardır
diyorum. Mesela eğitim. Mesela siyaset, mesela evrim. Bunlar
öyle sistemlerdir ki, genellikle, sistemin işleyişi, en dahi
planlamacının hayal bile edemeyeceği pozitif neticeler doğurma
potansiyeli taşır. Planladığınız vakit, bu potansiyeli
gemlersiniz. Bugün bizim varlığımızı borçlu olduğumuz için
minnet duymamız lazım gelen hemen herşey, ya planlanamadığı
için, ya da sistemler iyi ki planları altettiği için ortaya
çıkmıştır.
Son olarak: "Mühendislik" dünyada bir "duruş"tur.
Öğretmenlikten, hukukçuluktan filan farklı bir duruştur.
Kimileri mühendislik eğitimi alır ama mühendisçe durmaz.
Kimileri mühendislik eğitimi almadan mühendisçe durur. Ben
mühendisim. Bu da beni sınırlar. Eğer öğretmen olsaydım başka
türlü sınırlayacaktı. Hiç kimse, hiçbir meseleye "herkes" olarak
bakamaz. Bence işin "sır"rı da burada zaten. Hiç kimse "çevre"
değildir demiştim daha önce. Çevre "hepimiz"in bir araya
gelmesiyle meydana gelir. Bence sınırlanmış olduğumuzu bilmek,
ama sahiden bilmek, herkesin menfaatinedir. Biz, başka herkes
gibi, "şartlanmış" mahluklarız. Bir eğitim aldık ve eğitim, her
hal ve karda, bir şartlanmadır. Bir biçimde yaşıyoruz ve yaşamak
insanları şartlandırır. Fabrikada planlar yapan ve sonra da bu
planların "netice verdiğini" gören, durmadan bu tecrübeyi
yaşayan biri için planlama, yaptığı neredeyse bütün planlar
çuvallayan bir başkası için taşıdığı manayı asla taşıyamaz
mesela.
Bu "mesela"lar filan, birçok başka şey gibi, kalabalığın içinde
gözden kaçıyor olabilir. Mesela diyorsam, meseladır. Yani
mühendisçe duruş, sadece planlamayla alakalı değildir. Senin
saydığı birçok husus da işin içindedir. Bu ve benzeri
hususlarda, "hayali en iyi"lerin manası yoktur. "Mühendis olan"
ile "mühendis olmayan" arasında her daim bir fark olacaktır. Ve
İYİ Kİ olacaktır.
Sevgiler
Cemal
Sevgili Cemal,
Söylediklerinin içinde aklıma yatanların yanında yatmayan bir
takım maddeler de var, ancak bu maddeleri açarak üzerine
gitmenin sana, bana, ve bizim yazdıklarımızı okuma zahmetine
girenlere katma değeri olacağı bence hayli müphem. Ayrıca her
şeye aklımın yatması da gerekmiyor.
"Planlama" nin ne olduğu konusunda belki anladığımız birbirine
yakın ama "Planlama" dediğimizde kastettiğimiz belki birbirinden
daha uzak. Planlama faaliyeti insanlara kudret vermez, var
olmayan kudret planlama yapılıyor diye ortaya çıkmaz. Kudret,
güç dengesi, yetki/sorumluluk gibi konularda bir sorun varsa
bunun "suçlu"su planlama faaliyeti değildir, olabilemez.
Aşağıdaki yazıda senin verdiğin örnekler için de söylediğim
geçerli. Daha önceki mesajda planlamadan ne anladığımı ve ne
anlamadığımı dedim, kendimi daha fazla tekrarlama gerek yok
sanırım. Farklılığı detaylandırmaya pek gerek yok gibi geliyor
bana.
Öte yandan senin söylediğin bazı şeyleri yanlış/eksik anlamış
olabilirim. Senin dilini ısırarak söylediğin bazı şeyleri belki
de ben kulağımı ısırmayarak dinlediğimden sözlere senin
yüklemediğin anlamları yüklemişsin gibi anlamış ve anlatmış
olabilirim, öyle ise kasıt yoktur, özür dilerim.
"Mühendislik" konusunda, istersen ismine "duruş" de, istersen
başka bir şey, altını çizmeye çalıştığım şey, mühendisliğin bir
"sınırlama"(restriction) olarak kullanılmasındansa bir "mümkün
kılıcı"(enabler) olarak kullanılmasının gelişimde olumlu rol
oynadığıydı. Ve halen de aynı şekilde düşünüyorum. Ben seneler
boyu mühendisliği bir sınırlama olarak kullanmış olduğumu fark
ettiğimi, ve bunu fark etmiş olup üzerinde çalışmış olmamın
gelişme anlamında işime yaramış olduğunu düşünüyorum. Belki
böyle bir görüşün değerlendirilmesinin sana ve bana artık bir
faydası olmayabilir ama bizlerden daha gençler belki
değerlendirmeyi düşünebilirler diye tartışmamızı vesile edip
paylaştım.
Son olarak, "Mühendis" ile "mühendis olmayan" arasındaki daim
farkın neden İYİ Kİ var olduğunu anlamadım. "Mühendislik" iyi
bir şey ise "mühendis olmayan"ların bu iyi şey'den farklı
olmaları neden iyi? Veya mühendislik kötü ise yine aynı soru:
fark neden iyi ki var ?
Neyse, her şeye aklımın yatması gerekmiyor dedim ya...
Sevgiler
Turgut Uzer '76
Sevgili Turgut,
Yani aslında mesajın içinde bir biçimde vardı diye hatırlıyorum
ama zararı yok. Hazır sen "daan" demişken, neden öyle
düşündüğümü açıklayayım:
Kalp iyidir. Ama iyi olması, böbreklerin de "kalp gibi" olmasını
gerektirmez. Olursa, berbat birşey olur. Aslında benim
perspektifime göre mühendislik "duruş"u, kendi başına iyi ya da
kötü olamaz (yani o diğer duruşların içinden sıyrılıp
alınabilse, ona bu değer yargılarından herhangi birini
yakıştırmanın imkanı da ortadan kalkar). Ancak diğer duruşlarla
"birlikte varolması" iyi olabilir ve bence iyidir. Diğerlerinden
farklı olarak onlarla birlikte varolması.. Başka açılardan da
toplum için aynı şeyi söyleyebilirim. Toplumun sektörlerinin
birbirlerinden farklı ve birarada olmaları iyidir. Kendilerini
beğenmediğimiz toplumsal kesimlerin --eğer hepsinin değilse en
azından-- birçoğunun, oldukları gibi olmaları iyidir. Onlar
meseleleri bizim göremediğimiz/göremeyeceğimiz tarzda
görebilirler. Biz de onların görmediği tarzda mesela.. Demokrasi
--başka birçok şeyin yanısıra-- bu yüzden de iyidir.
Sevgiler
Cemal
|