Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler  

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

 

 

DPT İşlevini Yitirdi mi?

Turgut Uzer, Cemalettin Nuri Taşçı

Alpay, Turgut, Alper

Cemalettin

Tunç, Bahadır, Murat

Turgut, Cemalettin

 

"....Bir "mühendis" olarak benim açımdan "problem" bellidir. DPT belirli "işlev"leri yerine getirsin diye varedilmiş ve yaşatılmıştır. Bu işlevler, "eğer gerçekliğe bakacak olursak", yerine gelmemiştir. Bu işlevlerin yerine gelmemiş olması, benim için hoş birşey değildir. O halde "neden" yerine gelmediklerine bakmak lazım gelir. Bakmanın bir yolu, "DPT olmasaydı herşey daha berbat olacaktı" diye başlayıp, onun varlığını hiç sorgulamamaktır. (Turgut'un "DPT'nin rolünü uzun yıllar yerine getirdiği" kanaati bence bu yaklaşımın "mazereti"dir. Ama hal buysa Türkiye neden bu halde? Doğru dürüst planlar yapılmış olsaydı, Türkiye'nin bu halde olmayacaktı olduğu da söylenip durmuyor mu?) Bu zihniyet bir yığın başka şeyi tartışılmazlık şemsiyesi altında gölgede bırakır. Bir diğer yol ise, "DPT'yi ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek" için uygun argümanları geliştirme çabasından azade bir tarzda, "sahiden" problemi çözmek kastıyla problemle yüzleşmektir....."

Cemal'in aşağıdaki mesajından yukarıya kopyaladığım paragrafın altını çizdiğim bölümü hakkında:

Türkiyenin canım komşularının neredeyse tamamından daha iyi durumda olduğunun kanıtı olarak Türkiye'de DPT'nin işlevini göstermek ne kadar ("eksik"liği nedeniyle) yanlış bir sonuçsa, Türkiye'nin olumsuz anlamda "bu halde" oluşunu da DPT'nin işlevsizliğine kanıt olarak kullanmak o kadar (yine "eksik"liği nedeniyle) yanlıştır.


"Planlama" konusundaki görüşlerimin kelamlar halinde fiile dönüşmesi ile oluşabilecek "ListEM'de toplu baygınlık" haline fazla sebebiyet vermeden, Cemal'in

"...Her plan revize edilir. Elbette biliyorum. Ama bu plan revizyonlarının ardında böyle "minnettar" bir ruh durumunun olduğunu elbette söyleyemezsiniz. Genellikle olan iki şeyden biridir: (a) Herifler ne berbat plan yapmışlar (filanca değişkenleri hesaba katmamışlar), revize etmemiz lazım geldi, (b) ne güzel bir planımız vardı, bu da nereden çıktı şimdi yeniden plan yapmak lazım gelecek....."

şeklinde ifade ettiği planların "revizyon" halleri ile ilgili görüşümü de kısaca belirteyim:

Plan, "güncel" ise plandır, yoksa geçersizdir. Yani "güncel"lik, "plan" denen şeyin tabii özelliklerindendir. Eğer "güncel"lik planın tabiyatında varsa "revizyon" da vardır. Bırakın Cemal'in (a) ve (b) altında özetlediği "revizyon reaksiyon"larını, paragrafının başındaki "Her plan revize edilir" ifadesi bile bana, plana (gereksiz şekilde) ilave edilen bir ifade gibi geliyor. Planın güncel olması tabii olduğundan revize edilmesi de tabii'dir, revize ediliyor olması plana bir özellik kazandırmaz. Olsa olsa revize edilmeyen plan bir özellik kazanır, o özellik de "geçersiz" olmasıdır. (Opportunist bir analoji: "güzel kadın" tanımlaması tabii olan bir durumu gereksiz yere belirttiğinden, "çirkin kadın" tanımlamasından daha yersizdir.)

Plan, bugünün koşulları ve dünkü oluşanlar ışığında yarın oluşabilecekler dikkate alınarak yapılan ileriye doğru bir düşünce ve hareket tarzı niyetidir. (Tanımın kaynağı: görüşüm doğrultusunda benim uydurmam. Planların "dinamik" olması gereği zannederim tanım içinde var)

Bence gerekliliği ve potansiyel faydası tanımının içinde bile (bence) son derece bariz bir faaliyettir planlama.

Neyse, buralarda bir yerde durayım...

Sevgiler
Turgut Uzer '76


"....Bir "mühendis" olarak benim açımdan "problem" bellidir....." şeklinde başlıyan bir argüman, düşünce kurmada "mühendisliğin" sınırlayıcı bir unsur olarak kullanıldığı izlenimini bırakıyor bende. Nitekim paragrafın devamında Cemal'in değerlendirmesini de fazla "köşeli", sebeb sonuç bağlantısını fazla dar bir alanda arayan bir yaklaşım ve fazla "deterministic" bulduğumu da ekleyeyim.

Buradan itibaren diyeceklerim "mühendislik" konusunda bir "spin off" ve " DPT işlevini yitirdi mi ? " konusunda söylenenlerle direk bir ilgisi yok:

Osman (Kazan)'ın "ortamı rahatlatma" uğruna ileri sürdüğü altı bilinmeyeni dört eşitliği kullanarak bulma sorusuna hatır için bir eşitlik daha eklenecek olsa bile çözümün yanına yaklaşma olasılığı pratik olarak sıfır olan "mesleğin bir yüz karası"ndan mühendislik ukalalığı:

Mühendislik uygulaması, "her şeyin bir sebebi vardır" ana varsayımına dayanır. Mühendisleri, "gayri mühendisler" nezdinde çekilmez kılan bu ana varsayım, doğru olsa bile (ki bence doğru değildir) sebebi bilinmeyen şeyin yok sayılması hakkını mühendise vermez.

Daha doğrusu vermemesi gerekir. Ancak numunelerini daha çok "hard core" mühendislerde gördüğüm uygulama yaklaşımı, "sebebini bulamıyorsam, veya ileri sürülen muhtemel sebeb aklıma yatmıyorsa, "yok"tur " şeklinde.

Şimdi geldim önemli yol ayırımına: Bu yaklaşım, sebebi bulmak için bir motivatör olarak kullanıldığı sürece bence mühendisin gelişmesinde olumlu rol oynuyor. Aynı yaklaşım, durumu o "şey"in var olmadığı şeklinde algılamak yolunda kullanılıyorsa mühendisin gelişmesinde olumsuz rol oynayabiliyor.

Gibi geliyor bana...

Sevgiler
Turgut Uzer '76

Bugün bir mesaj daha yazıp sopa yemeyi garanti altına almak yerine şuracığa ekleyeceğim "yet again" bir ilgisiz şey daha:

Cemal'in planlama konusunda söylediklerinde benim anladığım kadarıyla "Planlama faaliyetinin, başkalarının hürriyetini, hareket sahasını daralttığı" şeklinde bir çıkarım var.

Doğru anladığım varsayımıyla devam ediyorum:

Bazı planların başkalarının hareket sahasını daraltıyor olması bir "planlama" sorunu değil, "yetki/sorumluluk, güç dengesi" sorunudur. "Başkalarının hareket sahasını daraltma" gibi bir "kabiliyet", planlama yapılıyor olması nedeni ile "kazanılmaz".

 


Turgut,

Ben "planlama"dan sözederken hep dilimi ısırarak konuşmaya gayret ettim. Yine de hatanın bende olabileceğinden de endişe ettiğim için, kendi yayınladığım kitabın indeksinde "planlama" kelimesinin yanındaki sayfalara bir daha göz attım. Evet, dikkatle, dilimi ısırarak konuşmuşum.

Planlama her vakit yapılır. Herkes plan yapar. Ve plan, kavramsal olarak senin söylediğin herşeyi de ihtiva eder. Ve lakin, biz birçok spesifik durumda birçok kelimeye, kelimenin genel manasından başka anlamlar yükleriz. Böyle yaptığımızı işaret ettiğimiz sürece, bunda bir beis olduğunu zannetmiyorum. Aslında başka türlü iletişim kurma imkanı olduğunu da zannetmiiyorum.

Bir plan kavramı var ve bu tam da senin dediğin gibi. Ben, başka kavramlar etrafında dolaşırken, toplumları birer fabrika olarak filan görmekten söz ederken plan kavramına da değinmiş biriyim. Benim meselemin planlarla, planlamayla alakalı olmadığı aşikar. DPT hususunda tartışırken de, "meseleyi planlamayı neden ve nasıl yapıyoruz"a çekmekte fayda vardır demeye çalıştığım, bence aşikar. Eğer plan yapacaksanız, plan yapmanın arkasındaki duygusal ve örgütsel motivasyonları gözden geçirmek lazım gelir demeye çalışıyorum. Demeye çalışıyorum ki, sorgulamaktan hiç hoşlanmadığımız varsayımlar var ve plan gibi "masum" terimler vasıtasıyla yapıp ettiklerimizde tayin edici olabiliyorlar. Demeye çalışıyorum ki, bu varsayımlar muhafaza edildiğinde plan başka, edilmediğinde başkadır. Edildiğinde DPT'nin ne olacağı, bugün YÖK'e bakarak pekala görülebilir.

Böyle varsayımlarımız olmadığına katılmayabilirsiniz. Böyle varsayımların olduğunu ve fakat onların böyle dolambaçlı yollara ihtiyaç duymadan hayatımıza müdahale ettiğini iddia edebilirsiniz. Ya da böyle varsayımlarımızın olduğunu, her nasıl hayatımıza karışırlarsa karışsınlar, işe yaradıklarını iddia edebilirsiniz. Ama şimdi yapılmakta olan şeyin ne olduğunu doğrusu ben anlamıyorum.

Elbette başkalarının tavır ve tercihlerini tayin edebilmek için "plan yapmak" kafi değildir. Ben burada kendi kendime, mesela Turgut'un bu akşam bana döner yapmasını "planlasam", bu Turgut'un tercihlerine bir "müdahale niyeti" olur ve lakin, aşikar ki, akim kalır. Ben "mühendisim" ve bunun böyle olacağını bile bile plan yapmam. Bu halde bile plan yapan birileri varsa eğer, benim ilgi sahama girmiyorlar.

Benim tartışageldiğim şey, kudretin aşırı temerküz ettirilmesi. Kudretin aşırı temerküz etmesinden hepimiz mustaribiz. Ve fakat buna karşı kaydadeğer bir itiraz yok. Siyasi partilerin genel başkanlığı koltuğuna hasbelkader oturmuş bir takım adamlar, aşırı güçlü olmanın getirdiği deformasyonun neticesinde, Türkiye'nin siyasetinin dokusunun deforme olmasına yol açtılar. (Ben böyle iddia ettim. Katılan katılır.) Benzer bir "oluşumu" istediğin her alanda gösterebilirim. Zaten göstermeye de çalıştım. Bu listede aylarca siyaset tartışıldı. Başka şeyler de.. Ama siyasette ya da başka alanlarda kudretin aşırı temerküz etmesinden kayda değer bir şikayet geldi mi? (Yani, "evet tamam da, şimdi başka önceliklerimiz var" dendi en iyimser ihtimalle.) Şimdi kendine dön ve bak. Parti genel başkanlarının ya da rektörlerin, ya da ne bileyim başka birilerinin güçlerinin bu kadar çok olmasından, eğer o adamların "şahıslarına" karşı bir güvensizliğin yoksa, prensip olarak karşı mısın?

Bence değilsin. Bence formülasyon şöyle: Siyasi parti gemel başkanları, rektörler güçlü olmalı. Ama bu güçlü makamlara layık olan, bu gücü toplumun lehine kullanacak birileri gelmeli. Bizim başarısızlığımızın ardındaki sebep, bu makamların elinde bu kadar kudret olması değil, bu makamlara abuk sabuk adamların gelmesidir. Ve bu "varsayım"ın üzerinden, hemen bütün tartışmalar iki genel yoldan birine kayıyor: (a) Nasıl yaparız ederiz de uygun adamları bu makamlara getiririz. (b) Bizim ahalide (kültüründe, şusunda, busunda) iş yok azizim, doğru dizayn edilmiş makamlara, şu ya da bu sebeple, yanlış adamları getirip duruyorlar. (İsteyen bu listenin arşivini de istediği gazetenin arşivini de istediği kadar mıncıklayabilir tespitimin haklı olup olmadığını test etmek için.)

Bence hal bu değildir. Hal, gücün bu ölçüde temerküz etmiş olmasıdır. Bir yığın sebeple.. Bir defa, mesela, bu kadar gücü elinde bulunduran insan, kendisine uygun meydan okumalar geliştirilemeyeceği için, her hangi bir gücün hakkından gelebilecek biçimde evrimleşemez. Ve daha --defalarca iddia ettiğim-- bir yığın şey..

Meselenin planlama ile alakası şurada: Neden gücün aşırı temerküz etmesine itiraz edilmiyor? Çünkü yapılacak şey belli. Bunu yapabilmek için şöyle doğru dürüst bir kudret lazım. Planlama bu anlayışın mütemmim cüzü. Eğer planlama gibi bir enstrümanımız olmasaydı, eğer planlayabiliyor olmasaydık, bütün bu akıl yürütme, bu merkezileşmeye yol açmazdı. Çünkü kudretin bir elde toplanması, yapılacak şeyi yapmaya elvermezdi. Şimdi elverir. Çünkü bir defa ne yapacağımızı biliyorsak, artık onu planlayabiliriz. Demek ki bu planları gerçekleştirecek kudretli bir organa ihtiyaç var.

Planlar revize edilir. Ama her plan "revize edilmemek" üzere (hadi ümidiyle diyelim) yapılır. Planlama yapan herkes, ulaşmak istediği hedefi tayin etmiştir. Etmemiş olsa, plan da yapamaz zaten. Mesele şu ki, hedefe ulaşmak amacıyla planlanmış faaliyetler (a) hedeflere ulaşamayıp bambaşka yerlere yönelebilir, (b) hedefe ulaşsa BİLE, bizim hiç hedeflemediğimiz bir yığın başka faaliyeti tetikleyerek, hiç hesapta olmayan şeylere yol açar. Birileri pekala bu "beklenmedik" neticeleri vakarla, minnetle ya da birer fırsat olarak değerlendirerek karşılayabilir. Benim, böyle yapanlara ve onların planlamalarına itiraz etmediğim, bence aşikar. Ve fakat, rüzgarlar teknesini hiç hayal bile edemeyeceği güzelim koylara taşımışken, sırf "hedefe kilitlenmişlik" yüzünden bu koylara bok atmaların arkaplanında neler olup bittiğine bakmayalım mı? Benim "planlama" lafı her açıldığında, münhasıran bu hali tartıştığım da bence aşikar.

DPT'yi ihya edelim. Planlar yapsın. Biz de planlar yapalım. Ama YÖK, DPT ve hatta Turgut Uzer olarak yaptığımız "bütün" planların, eninde sonunda, başkalarının hareket alanını sınırlıyor olduğunu, "gerçekliğin" böyle olduğunu da görelim. Yani planlama kavramı bunu "gerektirmez" diye, senin fabrikada yaptığın planlar, oradaki işçilerin, mühendislerin hareket alanını sınırlamıyor mu? YÖK'ün YÖK olarak "kendi planları"nı "gerçekleştirebilmesi"nin ön şartı, diğer bütün "oyuncu"ların aşırı güçsüzleşmesidir. Sen ancak işçiler aşırı güçsüzleştirilmiş olduğu için fabrikada keyfine göre planlar yapabilirsin. Eğer işçiler mesela saat kaçta işe gelip, kaçta gideceklerine kendileri karar verme hakkında sahip olsalar, istersen yine planlar filan yapabilirsin de, bunlar seni eğlendirmekten gayrı hiç bir mana ifade etmez. Plan yapıyorsan, yapabiliyorsan, birileri aşırı güçsüzleştirildiği içindir. Dolayısıyla planlama ile gücün dağılımı öyle bübütün alakasız kavramlar değildir.

Fabrikada plan yapmazsan fabrika fabrika olmaz. Ben de demiyorum zaten işçileri serbest bırakın, istedikleri saatte işe gelsinler. Ama toplum bir fabrika, fertler de bu fabrikanın işçileri değildir diyorum. Siyaset bir fabrika değildir, üniversite bir fabrika değildir diyorum. Bunlara fabrikaymış gibi bakıyorsunuz diyorum. Burada tartışılabilecek hususlar bence bellidir ve şimdi tartıştığımız hususlarla hiç alakası yok.

Ben "karmaşık sistemlerde planlama zordur, hesaba katılamayan bir yığın faktör vardır" filan dediğimi de zannetmiyorum. Planlanmasının maliyetleri faydasını çok aşan sistemler vardır diyorum. Mesela eğitim. Mesela siyaset, mesela evrim. Bunlar öyle sistemlerdir ki, genellikle, sistemin işleyişi, en dahi planlamacının hayal bile edemeyeceği pozitif neticeler doğurma potansiyeli taşır. Planladığınız vakit, bu potansiyeli gemlersiniz. Bugün bizim varlığımızı borçlu olduğumuz için minnet duymamız lazım gelen hemen herşey, ya planlanamadığı için, ya da sistemler iyi ki planları altettiği için ortaya çıkmıştır.

Son olarak: "Mühendislik" dünyada bir "duruş"tur. Öğretmenlikten, hukukçuluktan filan farklı bir duruştur. Kimileri mühendislik eğitimi alır ama mühendisçe durmaz. Kimileri mühendislik eğitimi almadan mühendisçe durur. Ben mühendisim. Bu da beni sınırlar. Eğer öğretmen olsaydım başka türlü sınırlayacaktı. Hiç kimse, hiçbir meseleye "herkes" olarak bakamaz. Bence işin "sır"rı da burada zaten. Hiç kimse "çevre" değildir demiştim daha önce. Çevre "hepimiz"in bir araya gelmesiyle meydana gelir. Bence sınırlanmış olduğumuzu bilmek, ama sahiden bilmek, herkesin menfaatinedir. Biz, başka herkes gibi, "şartlanmış" mahluklarız. Bir eğitim aldık ve eğitim, her hal ve karda, bir şartlanmadır. Bir biçimde yaşıyoruz ve yaşamak insanları şartlandırır. Fabrikada planlar yapan ve sonra da bu planların "netice verdiğini" gören, durmadan bu tecrübeyi yaşayan biri için planlama, yaptığı neredeyse bütün planlar çuvallayan bir başkası için taşıdığı manayı asla taşıyamaz mesela.

Bu "mesela"lar filan, birçok başka şey gibi, kalabalığın içinde gözden kaçıyor olabilir. Mesela diyorsam, meseladır. Yani mühendisçe duruş, sadece planlamayla alakalı değildir. Senin saydığı birçok husus da işin içindedir. Bu ve benzeri hususlarda, "hayali en iyi"lerin manası yoktur. "Mühendis olan" ile "mühendis olmayan" arasında her daim bir fark olacaktır. Ve İYİ Kİ olacaktır.

Sevgiler

Cemal





Sevgili Cemal,

Söylediklerinin içinde aklıma yatanların yanında yatmayan bir takım maddeler de var, ancak bu maddeleri açarak üzerine gitmenin sana, bana, ve bizim yazdıklarımızı okuma zahmetine girenlere katma değeri olacağı bence hayli müphem. Ayrıca her şeye aklımın yatması da gerekmiyor.

"Planlama" nin ne olduğu konusunda belki anladığımız birbirine yakın ama "Planlama" dediğimizde kastettiğimiz belki birbirinden daha uzak. Planlama faaliyeti insanlara kudret vermez, var olmayan kudret planlama yapılıyor diye ortaya çıkmaz. Kudret, güç dengesi, yetki/sorumluluk gibi konularda bir sorun varsa bunun "suçlu"su planlama faaliyeti değildir, olabilemez. Aşağıdaki yazıda senin verdiğin örnekler için de söylediğim geçerli. Daha önceki mesajda planlamadan ne anladığımı ve ne anlamadığımı dedim, kendimi daha fazla tekrarlama gerek yok sanırım. Farklılığı detaylandırmaya pek gerek yok gibi geliyor bana.

Öte yandan senin söylediğin bazı şeyleri yanlış/eksik anlamış olabilirim. Senin dilini ısırarak söylediğin bazı şeyleri belki de ben kulağımı ısırmayarak dinlediğimden sözlere senin yüklemediğin anlamları yüklemişsin gibi anlamış ve anlatmış olabilirim, öyle ise kasıt yoktur, özür dilerim.

"Mühendislik" konusunda, istersen ismine "duruş" de, istersen başka bir şey, altını çizmeye çalıştığım şey, mühendisliğin bir "sınırlama"(restriction) olarak kullanılmasındansa bir "mümkün kılıcı"(enabler) olarak kullanılmasının gelişimde olumlu rol oynadığıydı. Ve halen de aynı şekilde düşünüyorum. Ben seneler boyu mühendisliği bir sınırlama olarak kullanmış olduğumu fark ettiğimi, ve bunu fark etmiş olup üzerinde çalışmış olmamın gelişme anlamında işime yaramış olduğunu düşünüyorum. Belki böyle bir görüşün değerlendirilmesinin sana ve bana artık bir faydası olmayabilir ama bizlerden daha gençler belki değerlendirmeyi düşünebilirler diye tartışmamızı vesile edip paylaştım.

Son olarak, "Mühendis" ile "mühendis olmayan" arasındaki daim farkın neden İYİ Kİ var olduğunu anlamadım. "Mühendislik" iyi bir şey ise "mühendis olmayan"ların bu iyi şey'den farklı olmaları neden iyi? Veya mühendislik kötü ise yine aynı soru: fark neden iyi ki var ?

Neyse, her şeye aklımın yatması gerekmiyor dedim ya...

Sevgiler
Turgut Uzer '76


Sevgili Turgut,

Yani aslında mesajın içinde bir biçimde vardı diye hatırlıyorum ama zararı yok. Hazır sen "daan" demişken, neden öyle düşündüğümü açıklayayım:

Kalp iyidir. Ama iyi olması, böbreklerin de "kalp gibi" olmasını gerektirmez. Olursa, berbat birşey olur. Aslında benim perspektifime göre mühendislik "duruş"u, kendi başına iyi ya da kötü olamaz (yani o diğer duruşların içinden sıyrılıp alınabilse, ona bu değer yargılarından herhangi birini yakıştırmanın imkanı da ortadan kalkar). Ancak diğer duruşlarla "birlikte varolması" iyi olabilir ve bence iyidir. Diğerlerinden farklı olarak onlarla birlikte varolması.. Başka açılardan da toplum için aynı şeyi söyleyebilirim. Toplumun sektörlerinin birbirlerinden farklı ve birarada olmaları iyidir. Kendilerini beğenmediğimiz toplumsal kesimlerin --eğer hepsinin değilse en azından-- birçoğunun, oldukları gibi olmaları iyidir. Onlar meseleleri bizim göremediğimiz/göremeyeceğimiz tarzda görebilirler. Biz de onların görmediği tarzda mesela.. Demokrasi --başka birçok şeyin yanısıra-- bu yüzden de iyidir.

Sevgiler

Cemal

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler