Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

Yeni Rekabet Ortamında İşyeri Organizasyonu ve EM

Çağlar Güven

Giriş

Tarihsel Perspektif

Etkililik Verimlilik

Değişen Koşullar

Bürokrasi Demokrasi

Rekabet Gücü

EM Gündemi

İktisatçılar

Kaynakça

DEĞİŞEN KOŞULLAR VE YENİ EKONOMİK ORTAM

Sanayi devrimi ile başlayarak İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar gelişen kitle üretim sisteminin en büyük başarısı işçilerin sosyoekonomik düzeyini büyük ölçüde yükseltmek oldu. Bunun üzerine sanayi toplumu paradigması olarak anılan bu model bütün dünyaya örnek olarak sunuldu. Daha sonraları ise bazı şeylerin değişmekte olduğu ve başarının devamı için bir takım yeni koşulların göz önüne alınması gerekeceği anlaşılmaya başlandı. Bu değişikliklerin bir bölümü teknolojik bir bölümü ise toplumsal kökenli. Bilgisayarların günlük yaşama girmesi ve iletişim sistemlerinin yaygınlaşmasıyla bilgi aktarımı kolaylaştı, dolayısıyla birçok yeni ülke konvansiyonel teknolojilere dayalı imalat kapasitelerini geliştirdiler. Bunun sonucunda uluslararası rekabet yoğunlaştı. Önce gelişmiş ülkelerde sonra yavaş yavaş diğerlerinde tüketicinin tercih ve beklentilerinde meydana gelen transformasyon, kitlesel üretime verilen öncelikle çelişmeye başladı. Sosyal konumları değişen ve satın alma güçleri artan tüketiciler giderek daha çeşitli, özenle tasarımlanmış ve imal edilmiş, kaliteli ve güvenilir ürünler talep etmeye başladılar. Standart ürünlere olan talep düşerken farklılık taşıyan yeni ürünlerin talebi yükseldi. Talepte görülen bu transformasyonu diğerlerinden önce sezenler, özellikle bazı Japon firmaları hızla gelişerek lider firmaları zorlamaya başladılar. Tüketicinin ön plana çıkması teknolojik gelişmeleri süratle tüketicinin istifadesine sunma yarışını başlattı. Bunun için yeniliklere hız verilmesi, ürün yelpazesinin durmaksızın geliştirilmesi, kalite ve güvenilirliğinin sürekli artırılması, dağıtım ve servis ağlarının güçlendirilmesi gerekiyordu. Buna karşın kitlesel üretime yönelik yatırımların esneklikten yoksun olduğu ve talebe cevap vermekte zorlandığı anlaşılmaya başlandı. Ürün ömürlerinin kısalması iş bölümü ve formalizasyondan yararlanmayı engelliyordu. Aynı nedenler büyüklük kazancının ikinci plana düşmesine yol açarak değişim potansiyelini ön plana çıkardı. Esnek imalat teknolojisi ve sistemlerinin devreye sokulması gündeme geldi. Böylelikle hem teknolojjden hem de çevreden kaynaklanan belirsizlik görülmedik ölçülere ulaştı. Bu karmaşa içinde uzun dönemli stratejjk planlama gibi araçlar yeni bir önem kazandılar. Yöneticilerin doğru kararları verebilmek için daha çok öngörü, teknolojj bilgisi, uzmanlık ve beceri sahibi olmaları gerektiği ortaya çıktı. Ortam bir yandan böyle değişirken öte yandan da dünya nüfusunun küresel kaynak ve limitleri zorlayan kritik sayıya ulaştığı anlaşıldı. Çevre ve ekolojj üzerindeki negatif etkilerin gözardı edilemeyeceği görüldü. Ticari işletmeler bunlarla ilgili önlem ve yatırımları geciktirirlerse sonradan daha da büyük sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar. Bu çevresel boyut belirsizlik ortamını daha da derinleştirmektedir.

Avustralya bu yüzyılın başında fert başına düşen milli gelir açısından dünyada birinci sırayı alıyordu. Yeni Zelanda, Arjantin gibi ülkeler de üst sıraları paylaşıyorlardı. Hepsinin ekonomileri de standart tarım ve hayvancılık ürünlerine dayanmaktaydı. Piyasalarda talep değişip yüksek katma değer taşıyan mallar ön plana çıkınca bu ülkelerin hiçbirisi yerlerini koruyamadılar. Aynı tehlike şimdi kitlesel üretime dayanan ekonomiler için söz konusudur. Eğer bu ülkelerin pazarladıkları mallar yeterince farklılık ve özgünlük gösteremez ve geniş bir yelpaze oluşturamazlarsa kolayca ikame edilebilen standart meta durumuna düşüyorlar. O zaman da bu ülkeler yeni sınaileşen, ucuz işgücü kullanan bir dizi ülkeyle doğrudan rekabet etmek zorunda kalıyorlar. Daha çok meta satabilmenin ise devalüasyondan başka yolu yoktur ve bu da uzun vadeli bir politika olarak sürdürülemez (7).

Bu gözlemler üretimde randıman ve verimliliğe öncelik tanıyan doktrinin karşısına yenilikçiliğe öncelik tanıyan bir doktrinin rakip olarak çıktığını gösteriyor. Yenilikçilik örgütün kaynaklarını, becerilerini ve değer taşıyan varlıklarını özgür kılmak ve değişim içindeki ihtiyaçlara cevap verebilmek için esnek ve çevik bir yapı oluşturmakla mümkün olabilir. Strateji artık birim maliyetleri asgariye indirmek değil, pazardan gelecek sinyallere en kısa sürede cevap verebilmek bir çeşit devingen verimlilik kavramını hedeflemektir (1). Pazar payı bu şekilde elde edilebilir. Ancak bu, maliyet minimizasyonunun önemini yitirdiği anlamına da gelmez; fiyatlar makul bir seviyede tutulmazsa satılan ürün ne denli üstün niteliklere sahip olursa olsun müşteri rakibe kaptırılacaktır. Dolayısıyla firmalar hem düşük maliyetle çalışmak hem de yenilik üretmek gibi zor bir hedefle karşı karşıya bulunuyorlar. Diğer bir deyişle başarılı, yani etkili olabilmek için korumacı ve arayışçı stratejileri birlikte uygulamak zorundalar.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler