Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

Yeni Rekabet Ortamında İşyeri Organizasyonu ve EM

Çağlar Güven

Giriş

Tarihsel Perspektif

Etkililik Verimlilik

Değişen Koşullar

Bürokrasi Demokrasi

Rekabet Gücü

EM Gündemi

İktisatçılar

Kaynakça

ETKİLİLİK Mİ VERİMLİLİK Mİ?

Taylorcu paradigma öncelikle Anglo-Sakson kültürünün ürünüdür, ilkin İngiltere'ye sonra ABD'ne ekonomik ve siyasal üstünlük sağlamıştır. Ancak bürokrasi fikrini işleyerek ideal örgüt tipi ideolojisini geliştiren Avusturyalı toplumbilimci Max Weber oldu (14). Yukarıda görüldüğü gibi bürokrasi fikri ile Taylorcu paradigma birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir. Bu paradigmanın başarısı büyük ölçüde piyasalarda istikrarın devamına bağlıdır. Bu durumda ise durağan bir sistem söz konusudur. Örgütün birbirinden farklı departmanları optimal biçimde oluştuğuna göre, işletmenin bütünü için çözmek istediğimiz problem ayrıştırılarak her departman için bağımsız olarak çözülebilir. Hepsi için de performans ölçütü verimliliğin azamiye veya maliyetlerin asgariye indirilmesi olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla departmanların optimal çözümleri bir araya getirildiğinde tüm işletme için optimal çözüm elde edilmiş olur. Bu, siste önünü göremeyen bir adamın dağın tepesine tırmanmak için uygulayacağı stratejiyi andırıyor: eğimin en dik olduğu yönde ilerlemek. Dağ eğer koni biçiminde ise strateji başarılı olacaktır; ama eğer arada küçük tepeler ya da uçurumlar varsa sonuç çok farklı olacaktır. Dolayısıyla nispeten istikrarlı ortamlarda geçerli olabilecek bu kuramın dikkat edilirse özünde anti-sistemik olduğu görülüyor, elde edilen çözümün optimal, hatta arzu edilir olacağı dahi garanti edilemez. Dahası bu yaklaşım, departmanları kendi içlerine dönüp dışa karşı katılaşmaya sevk edebilir veya yönetimin esneklikten yoksun kalmasına yol açabilir (5). Hiyerarşik örgüt biçiminin verimlilik ilkesine bu denli öncelik tanıması maliyetleri düşürerek kar marjını artırabilir ama yenilikçiliğe de engel olur. Yenilikçilik bir ölçüde sınama yanılma yoluyla bilinmeyeni aramaktır; doğası gereği israfçıdır. Üstelik örgüt sürekli biçimde yenileme ve yenilenme ihtiyacı içindeyse iş bölümü ve uzmanlaşma için zaman bulmak da zorlaşır, dolayısıyla verimlilik ilkesine öncelik vermek mümkün olmaktan çıkar. Bu elbetle bürokrasilerin yenilik konusunda bir şey yapamayacakları anlamına gelmez. Ancak yenilikleri her departmanın kendi sınırları içinde gerçekleştirme eğilimi, sistemik bütünlüğün sağlayacağı avantajları engeller. Kısacası bu tür örgütler verimli olmaya uğraşırken etkili olmayı unutabilirler. Uzakdoğu ve Avrupa rekabeti karşısında bocalayan Amerikan imalatçı firmalarının çoğunun problemi budur. 

Tabii bütün firmaların verimlilik ve kitlesel üretime öncelik verdikleri söylenemez. Pazarda ortaya çıkan fırsatları çabucak değerlendirmek üzere yeni ürünler sunan, daha sonra rekabet artınca çekip başka fırsatlar kollayan spekülatif ve yenilikçi firmalar her zaman görülmüştür. Ancak bunlar genellikle azınlıkta kalmışlar, büyüyememişler ve getirdikleri yenilikleri de koruyamamışlardır. Miles ve Snow'un sınıflandırmasına göre bu tür firmaların "arayışçı" bir strateji izledikleri söylenebilir. Çevresel ve teknolojik faktörlerin yakın geçmişe kadar arayışçı stratejilerden çok korumacı ve büyümeci stratejilere uygun bir ortam hazırladıkları söylenebilir. Bu makale değişen dünya koşullarında başarılı olmak isteyen firmaların bundan böyle hem arayışçı hem de korumacı stratejileri aynı anda uygulayabilen firmalar olacağını ileri sürecektir.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler