Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

Yeni Rekabet Ortamında İşyeri Organizasyonu ve EM

Çağlar Güven

Giriş

Tarihsel Perspektif

Etkililik Verimlilik

Değişen Koşullar

Bürokrasi Demokrasi

Rekabet Gücü

EM Gündemi

İktisatçılar

Kaynakça

ENDÜSTRİ MÜHENDİSLERİNİN GÜNDEMİ

Endüstri mühendisliği Taylor'dan bu yana gelişerek değişti, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan yöneylem araştırması teknik ve yöntemleriyle derinden etkilenerek bilimsel yönünü güçlendirdi. Daha da önemlisi genel sistemler kuramının etkisiyle benimsenen sistemik yaklaşım endüstri mühendislerine problem tanımlama ve çözüm önerme aşamalarında üstünlük sağladı. Buna karşın endüstri mühendisleri Taylor'dan miras kalan problem ve hedeflerden fazla uzaklaşmış değiller. Çözümleme sürecinde aranılan şeyler hala iyi tanımlanmış amaçlar, belirlenmiş yetki ve görevler, yöntem ve prosedürlerin rasyonalizasyonu, istisnalardan çok genelleme ve standardizasyon ve genelde sıralama, çizelgeleme, planlama gibi düzen arayışları. Bunların hepsi iş örgütünün karmaşık, formal ve merkeziyetçi bir yapıya sahip olduğu varsayımına işaret etmektedir. Endüstri mühendisinin ana görevi de genelde üretim zincirinin her halkasını optimal verimliliğe ulaştırarak maliyetleri asgariye indirmek olarak algılanagelmiştir. Bu yazıda durumun değişmekte olduğu ve endüstri mühendisinin daha geniş anlamlı bir üretkenlik anlayışını benimsemesi ve örgütü etkili kılmayı hedeflemesi gerektiği öne sürüldü. Buna rağmen iş örgütlerinin büyük çoğunluğunun hala hiyerarşik düzene uygun, kitle üretimine göre örgütlenmiş bürokrasilerden oluştuğu da bir gerçek. Nedeni de bürokrasinin yerine neyin konulacağının tam olarak bilinmeyişi. Bu sorun endüstri mühendisinin de gündemindeki ana sorundur. Endüstri mühendisleri pazardaki fırsatları hızla değerlendiren yenilikçiliğe olanak ve öncelik tanıyan esnek bir organizasyonun nasıl gerçekleştirileceğini araştırmak ve bulmak zorundalar. Yani eskiden olduğu gibi çözümlenebilen değil, çözümlenemeyen süreçleri anlamak, ve bunlar vasıtasıyla iş örgütünün daha etkili kılınmasına katkı yapmakla yükümlüler.

Kitlesel üretime göre örgütlenen işletmelerde teknolojik gelişmeler istense de endüstri mühendislerinin yetki ve denetim alanı içine sığdırılamıyordu. Yukarıda değinildiği gibi yeni koşulların egemen olduğu iş örgütlerinde teknoloji kavramı daha geniş bir anlam kazanmaktadır. Buna paralel olarak endüstri mühendisi de artık malzeme ikmalinden satış sonrası servise kadar her aşamada; stratejik planlamadan tezgah yüklemeye kadar, personel eğitiminden emeklilik mevzuatına kadar her alanda yeni alternatifler üretme ve bu suretle örgüte rekabet gücü kazandıracak yeni "teknolojilerin" geliştirilerek uygulanmasına daha büyük oranda katılma şansına sahiptir. Bu gözlemler endüstri mühendisliğinin yeni olanak ve fırsatlar, buna bağlı olarak da yeni görev ve sorumluluklarla karşı karşıya olduğuna işaret ediyor. Bunların üstesinden gelebilmek için eğitimden başlayarak yapılması gereken pek çok iş var. Burada altı çizilmesi gereken bir ilkeden söz edebiliriz: Kimi zaman moda olan görüşlerin peşinden koşmak gibi eğilimler güç kazanabilmektedir. Dünya kamuoyu genelde sınaileşmiş ülkelerden esen rüzgarlara açıktır. Bir takım modeller ve reçeteler her derde çare olarak sunulur ve yeterince bilgilenme ve bilinçlenme olmadığından, işe yaramasalar da kabul görebilirler. Türkiye'de de buna benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Ekonomiye, piyasalara, dış ticaret düzenine veya finansal alt yapıya ilişkin politikaların kendi ürettiğimiz politikalar olduğunu söylemek zordur. Böyle olunca da kolaycı yaklaşımların benimsendiği ve istenen sonuçların bir türlü alınamadığı görülüyor. Bu tehlike endüstri mühendisliği için de geçerlidir. Çözümleri kendimiz üretmek zorundayız ama, özgün çabalarla özgün sonuçlara ulaşma alışkanlığına sahip değiliz. Tekerleği yeniden icadetmeye veya Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek olmadığını düşünüyoruz. Oysa bu görüşün ülke olarak bizi nereye getirdiği veya getirmediği ortadadır. Teknoloji transferi bilgi transferi değildir. Bilgi, enformasyon transferi ile de kazanılamaz. Tekerleği yeniden keşfetmeden problem çözmeyi, kendi problemlerimizi kendimiz çözmeden de bilgi birikimini sağlamamız mümkün değildir. Küresel piyasalarda rekabet gücünün ilelebet başkalarından alınan teknoloji veya enformasyonla sağlanacağını sanmak safdillikten öteye gitmez. Teknoloji transferi belki yine gerekli ama işin örgütsel boyutları da artık aynı ölçüde önemli, ve bunun transferi mümkün değil. Türkiye bilgi üretimi açısından kalkınan ülkeler arasında ne yazık ki en hazırlıksız olanlardandır. Endüstri mühendisleri hem kendi problemlerini kendi kendilerine çözmeyi öğrenmek için çetin bir çalışmayı hem de bu anlayışı kabul ettirebilmek için çetin bir mücadeleyi göze almak zorundalar.

Güncel olan bir başka görüş geleceğin artık hizmet sektörlerinde olduğu, istihdamın burada yaratılacağı görüşüdür. Sınai gelişme tamamlanmadan hizmetlere ağırlık verilmesinin ne denli sağlıklı olduğu tartışılabilir ama, bu sektörlerin ülkemizde de hızla büyüdüğü bir gerçektir. Konunun endüstri mühendisleri için de geleceğin önemli gündem maddelerinden biri olmaya aday, sosyoekonomik açıdan önemli bir boyutu var. Bu da hizmet sektörlerinde üretkenliğin artırılması sorunudur. Sanayi devriminden sonra toplumsal düzenin Marx'ın öngördüğü gibi işçi hareketleriyle alaşağı edilmemiş olması kapitalizmin en büyük başarılarından birisidir. Kitle üretiminde işçiler belki beceri ve hünerilerini yitirerek proleterleştiler, ama buna karşın ürettikleri katma değer arttı ve bunun sağladığı ücretler de toplumsal patlama tehlikesini bertaraf etti. Satın alma gücü böylece yükselen işçi kesimleri kitle üretimiyle imal edilen mallar için gereken pazarı da oluşturdular. Buna benzer bir durum şimdi hizmet sektörleri için söz konusudur. Bu sektörlerdeki işgücü gitgide farklılaşan iki ayrı grupta toplanıyor. Birinci grupta uzmanlaşmış bilgi işçileri diyebileceğimiz profesyoneller yer alıyor. Bunlar arasında doktorlar, cerrahlar, hukukçular, bilim adamları, bilgisayar uzmanları, vb. var. Bunlar gün geçtikçe güçlenen iletişim olanaklarından ve bilgisayarlardan yararlanarak daha zengin veri tabanlarına ve enformasyona ulaşıyor, birbirleriyle haberleşiyorlar. İkinci grupta ise uzman olmayanlar yer alıyor; sekreterler, memurlar, temizlikçiler, hastabakıcılar, kasiyerler, vb. Bunlar da gitgide daha çok bilgisayar kullanıyorlar, ama birinci gruptaki uzman-profesyonellerin öngördüğü ve izin verdiği ölçüde. Bu ikinci grup birinciye göre daha kalabalık. Hizmet sektörlerinde işgücü verimliliğinin artırılması sorunu büyük ölçüde bu grubun verimliliğinin artırılması anlamına gelmektedir. İmalatta olduğu gibi burada da ilk akla gelen yöntem sermaye ikamesiyle verimlilik artışı sağlamak olabilir. Sınaileşmiş ülkelerde hizmet sektörlerine büyük yatırımlar yapılmasının nedeni budur. Bu yatırımlar büyük ölçüde bilgisayar ve iletişim donanımı içeriyor. Öyle ki ABD'de bu sektörler tüm bilgisayar donanımının %85'ine sahip durumda (12). Ancak son zamanlarda, bu tür yatırımların beklenen sonucu vermediği ortaya çıkmaya başladı. Örneğin ABD'de bankacılık, sigortacılık ve sağlık hizmetlerinde yatırımlar çok yoğun, ama prodüktivite artmıyor (7). Bu durumun hizmetlerde çalışan kalabalık grubu sosyoekonomik açıdan olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmaz olacaktır. Bu gruptakiler zaten işlerine karşı yabancılaşma tehlikesi altındalar ve terfi olanakları da çok kısıtlı. Gün geçtikçe uzmanlarla aralarındaki kutuplaşma keskinleşiyor. Öte yandan yapılan yatırımlar bu sektörlerin esnek bir yapı kazanmasına değil tersine atalete neden olabiliyor yani imalat sektörlerinde bürokrasiden kurtulmaya çalışırken bu kez hizmet bürokrasilerinin oluşması gündeme geliyor. Bu bir bakıma Taylorizmin hizmet sektörlerine de sirayet etmesi gibi bir şey. Kısacası hizmet sektörlerinde önemli bir üretkenlik sorunu olduğu ve bu sorunun gün geçtikçe daha da kritik bir hal alacağı anlaşılıyor.

Uzman olan ve olmayan personel arasındaki kutuplaşmayı ve buna bağlı sorunları daha iyi anlayabilmek için konuya bir başka açıdan daha yaklaşılabilir. Aslında bu yaklaşım bütün örgütsel süreçler için de aydınlatıcı olacaktır. Bu yoruma göre örgüt yapısını birinci derecede belirleyen faktör örgüt içindeki koalisyonların iktidar mücadelesidir (13). Organizasyon, aslında çalışanların otoriteye boyun eğmelerini ve bu sayede örgüte hakim olan koalisyonun amaçlarına hizmet edilmesini sağlayan araç ve düzeneklerden ibarettir. Sanayi devriminin başında doğrudan denetim yoluyla itaat sağlamak mümkün olabiliyordu. Örgütlerin büyümesiyle bu yöntem etkili olmaktan çıktı. Kitle üretimi yapan işletmelerde çalışanlar, makinalar ve makina sistemlerinin teknik prosedürleri ile denetlenmeye başlandı. Taylorizm en çok bu tür örgütlerde başarı kazandı. Profesyonellerin istihdam edildiği bürokrasilerde itaat ve kontrol o mesleğin gerektirdiği değer ve normların meslek ahlakı adı verilen bir sistem çerçevesinde belletilmesi ve benimsetilmesiyle sağlanmaya çalışıldı. Ne var ki bunların hiçbirisi iç çelişkilerinden arınmış ideal bir mekanizma haline gelemedi. Bertaraf edilemeyen çelişkiler yeni mekanizmaların ortaya çıkmasına yol açtı. Kitle üretimin çelişkisi, verimlilik uğruna göze alınan aşırı formalizasyonun sonunda bütün otonomi ve insiyatifi tehdit eden bir katılığa dönüşmesidir. Bu katılık tahammüı edilemez boyutlara ulaştığında, kontrol profesyonel meslek ahlakı vasıtasıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak profesyonel bürokrasilerde de mesleki değerlerle hakim koalisyonun çıkarları çatışabilir. Örneğin endüstri mühendisliğinin mesleki ideolojisi rasyonelliğe, verimlilik artışına ve politik tarafsızlığa değer tanır. Profesyonel mühendislerin davranış ve kararlarında hakim koalisyonun çıkar arayışlarından etkilenmemeleri beklenir. Profesyonellerin bu ideolojiyi ne denli benimsedikleri son yllıarda yapılan bir çok araştırmada sorgulanmıştır (2). Özellikle profesyonellerle idari yönetim kademeleri arasında yetki ve görev çatışmalarının sıkça ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu türden çelişkileri ortadan kaldırmanın bir yolu olarak yöneticilerin de profesyonelleşmesi önerilebilir. Ne var ki profesyonellerin mesleki değerler doğrultusunda davranmak yerine hakim koalisyona hizmet etmeyi tercih ettikleri de sıkça görülebiliyor. Profesyonellerle bürokratik yönetim kademeleri arasındaki çatışmalar aslında ilk defa bugün ortaya çıkmış değil, buna kitle üretimi yapan klasik iş örgütlerinde de rastlanmaktaydı. Ancak o zamanlar bu çatışma profesyonellerin meslek ahlakına aykırı düşen boyutlara ulaşmıyordu. Günümüzün sanayi ötesi toplumunda geçerli olan meslek ahlakı, tüketiciye sunulan katma değerin maksimizasyonunu öngörüyor. Bu durumda pofesyonellerle yöneticilerin çatışmasına hem daha sık rastlanmakta hem de bu çatışma daha derin ve ciddi boyutlara ulaşabilmektedir. Kimi araştırmacılara göre örgüte hakim olanlar kendi çıkarlarını tehdit edebilecek bu çelişkiyi bertaraf edebilmek için "aklın yolu birdir" diye özetlenebilecek "bir doğru yol" önermektedirler (2). Bu öneriye inanmak Taylorcu görüşü tekrar etmeye benziyor ve belirsizlik yüklü bir ortamda fazla inandırıcı değil. Ancak bunun önerilmesindeki maksat tüm profesyonellerin nötralize edilmesi de değil. Hizmet sektörlerinde görülen, tasarlayanla uygulayan arasındaki kutuplaşma doğal olarak imalat sektörlerinde de var (8). Daha da ilginci uzmanlaşmış profesyoneller içinde de benzeri bir kutuplaşmadan söz edilebilir. Derin uzmanlık gerektirmeyen mesleklerde çalışan profesyoneller yoğun teknolojilerin yaygınlaşmasıyla özerkliklerini yitirebiliyorlar; buna karşın araştırmacı, doktor, bilgisayar tasarımcısı gibi uzman profesyonellerin özerkliği artmakta. Yukarıdaki "bir doğru yol" önerisi daha çok birinci gruptaki profesyonelleri ve profesyonel olmayan personeli nötralize etmeye yönelik. İkinci gruptaki uzman profesyonellerin ise yönetime hakim olan koalisyonla bütünleştirilmeleri daha etkili bir yöntem. Bu türden politik çözümlemeler doğrultusunda daha çok şey söylenebilir, ancak burada vurgulanmak istenen husus şu: Sanayi ötesi toplumda iş örgütleri yeniden şekillenirken yeni ve güçlü kontrol mekanizmalarının da devreye girdiği görülüyor. Yoğun teknolojileri anlamak iddiasını taşıyan kesimler örgüt kontrolünü kendi koalisyonlarının eline geçmesini sağlamak ve bunu meşru kılabilmek için teknolojik veya ekonomik gerekçeler bahane edebilirler. Teknolojik determinizm diye tanımlanabilecek bu neo-Taylorcu tutum Türkiye'de de yaygınlaşma eğilimi gösteriyor. Oysa iş örgütlerinin ulaşmaları gereken hedef determinizmi değil küresel rekabetin gerektirdiği yaratıcılığı ön plana çıkarmak olmalıdır.

Yukarıda yer verilen politik analizin geçerli olup olmadığı tartışılabilir, ancak analize itibar edilmese bile işaret ettiği tehlikeyi gözden uzak tutmamak gerekir. Söz konusu olan uzman profesyonellerin mesleki ve bilimsel özerkliklerinin korunmasıdır. Son olarak buna benzer bir başka tehlikeye değinebiliriz. Bazı firmalarının öteden beri elde edip korumayı başardıkları üstün rekabet gücünü açıklayabilmek için ileri sürülen ve inandırıcılık taşıyan önerilerden bir tanesi şu: Bu firmalar çalışanlar üzerindeki denetimi, kuvvetli bir organizasyon kültürü yaratarak sağlıyorlar. Örgüt içerisindeki denetim ve eşgüdüm kişilerce özümsenmiş, yani otokontrolle gerçekleştiriliyor. Başka hiçbir denetim mekanizmasının iyi çalışan bir otokontrol mekanizmasıyla yarışamayacağı zaten bilinen bir şey. Aslında tabii her kuruluşun kendine özgü bir kültürü var. Bu kültürden etkili bir eşgüdüm mekanizması olarak yararlanabilmek için, içerdiği değerlerin kuruluşun üretken öz değerleri ile çakışması ve tüm çalışanlarca özümsenmesi gerekir. Bunu en iyi biçimde gerçekleştiren Uzakdoğu firmalarının uluslararası pazarlarda üstünlük kazanmış olmaları bir ölçüde böyle açıklanıyor. Kültürün tanımlanması ve ölçülmesi zor olduğundan bu önerinin doğru olup olmadığı daha uzun zaman tartışılacaktır. Ancak iş örgütlerinin kendilerine özgü ve güçlü bir kültür yaratmaları son on onbeş yıldır oldukça rağbet gören bir reçete haline geldi. Burada şuna işaret etmek istiyoruz: Kuvvetli bir kültür yaratılacaksa o zaman tüm örgüt mensuplarının ve bu arada endüstri mühendislerinin de örgüte hakim olan ideoloji ile yüklenmeleri söz konusu olabilir. Dünyanın küçüldüğü, çevresel ve ekolojik etkileşimlerin ön plana çıktığı bir ortamda bu tür ideolojik yüklemelerin sistem yaklaşımına ters düşme ihtimali vardır. Kültürün kuvvetli olabilmesi için ister istemez örgütün çevresinden farklı olduğu vurgulanacaktır. Bu durumda aşırı ideolojik yükleme, örgütün kapalı bir sistemmiş gibi algılanması tehlikesini doğurur. Endüstri mühendisleri bu tür görüşler karşısında sadece çalıştıkları iş örgütünün değil, onun da üstünde yer alan sosyal ve doğal sistemlerin mensubu olduklarını unutmamalıdırlar.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler