Orta Doğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunlarının bir e-ortamıdır.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler

Arşiv

metu-ie-alumni

Kimlik

Yazışma

Yeni Rekabet Ortamında İşyeri Organizasyonu ve EM

Çağlar Güven

Giriş

Tarihsel Perspektif

Etkililik Verimlilik

Değişen Koşullar

Bürokrasi Demokrasi

Rekabet Gücü

EM Gündemi

İktisatçılar

Kaynakça

TARiHSEL PERSPEKTiF
Toplumsal sistemler ya da örgütlerin hangi bakış açısıyla incelenmesi gerektiği her zaman akademik bir tartışma konusu olmuştur. Bu yazıda mal ve hizmet üretimiyle uğraşan ticari kuruluşlardan söz edileceği için örgüt denildiğinde oldukça belirli amaçlar güden rasyonel insan toplulukları kastedilmektedir. Böyle olmakla birlikte bu rasyonellik varsayımının ne denli geçerli olduğu yine de tartışmaya açıktır. Özellikle karmaşık yapıya sahip büyük kuruluşların her zaman ortak amaçlar peşinde tek vücut olarak hareket etmedikleri biliniyor. Bu nedenle iş örgütlerini değişik çıkar gruplarınca oluşturulan ve hem birbirleriyle hem de çevreyle karşılıklı etkileşim içinde bulunan "koalisyon toplulukları" olarak tanımlamak da mümkündür. Rasyonellik varsayımı belki daha çok bu koalisyonlar için geçerli olacaktır. Nitekim ticari kuruluşlarda bile kuruluşun amaçlarından ziyade, güçlü olan koalisyonun amaçları öncelik taşıyabilmektedir. 

İş örgütünü amaç güden rasyonel topluluk olarak tanımlayınca, örgütün başarısını da amaçların yerine getirilme oranıyla ölçme imkanını buluyoruz. Dolayısıyla "etkili" bir örgüt, performansı yüksek olan, yani başarılı olan bir örgüt anlamına geliyor. İş örgütlerinin başarılı olabilmeleri kuşkusuz bir çok faktörün bir araya gelmesine bağlıdır; ancak akla hemen şu soru geliyor: Bir iş örgütünün etkili olması ile o örgütün organizasyonu, yani örgütsel yapısı arasında ne ölçüde bir ilişki vardır? Eğer bu ilişki kuvvetli ise o zaman şu da sorulabilir: İş örgütünü etkili kılacak optimal yapı nedir? Bu sorunun çekiciliği ortada, ancak cevap aramaya kalkıştığımızda hemen büyük güçlüklerle karşılaşıyoruz: Örgütsel yapı nasıl belirlenebilir? Konuyla ilgili araştırmalar sınıflandırmaya imkan verecek yapısal boyutlar arasında, örgütte var olan "karmaşıklık", "merkeziyetçilik" ve "formalizasyon" seviyelerinin anlamlı ölçütler olduğuna işaret ediyorlar (9). Karmaşıklık çeşit bolluğu anlamında kullanılıyor, hem fonksiyon hem de yetki kademelerinin sayısıyla artıyor. Merkeziyetçilik karar yetkisinin belirli noktalarda toplanmasıyla doğru orantılı olarak artıyor. Formalizasyon ise kişilerin davranışlarını standartlaştıran kural ve yönergelerin azlığı veya çokluğuyla belirleniyor. Görüleceği gibi bunların ölçülmesi örgüt yapısını belirlemek için ilk adımı oluşturabilir.

Yapısal parametreler böyle tanımlandığında yüksek performans gösteren iş örgütlerinde bu parametrelerin hangi faktör veya etkenler tarafından belirlendiği sorusu ortaya çıkıyor. Bu amaçla yapılan araştırmalar örgüt yapısını belirleyen birçok faktör arasında çevre, teknoloji ve örgütsel strateji gibi faktörlerinin ön sırada yer tuttuğuna işaret etmektedir. Bu durumda adı geçen etkenlerin ölçülmesi sorunu ile karşılaşıyoruz. Konu incelendikçe çevre ile teknoloji için ortak bir ölçüt geliştirilebileceği anlaşılmıştır: İş örgütünün tabi olduğu çevresel koşullar genelde sürekli bir değişim içindedir, ancak değişimin ne yönde ve düzeyde olacağını önceden tahmin etmek kimi zaman kolay kimi zaman ise zor, hatta imkansız olabilir. Kısacası geleceğin önceden kestirilmesindeki isabet çevredeki belirsizlik düzeyi ile ters orantılıdır. Belirsizlik düzeyi çevre faktörünü özetlemek için iyi bir başlangıç noktası oluşturabilir. Aynı şekilde işletmelerin kullandığı teknolojiler de benzeri bir ölçütle sınıflandırılabilir. Bazı teknolojiler "çözümlenebilir" türdendir. Yani üretimin nasıl gerçekleştirileceği analiz yoluyla bulunabilir. Örneğin ekmek pişirmek basit, bir baraj inşa etmek ise karmaşık bir teknoloji kullanmayı gerektirecektir; ancak her iki teknoloji de çözümlenebilir türdendir. Bu teknolojilerin nasıl uygulanacağı ve nasıl geliştirilebileceği insanlara öğretilebilir. Buna karşılık yağlı boya portre yapmak yine basit, yeni bir savaş uçağının prototipini geliştirmek ise karmaşık teknolojiler gerektirir; ancak her iki teknoloji de "çözümlenemez" türdendir. Nasıl geliştirilecekleri belirsizdir, başkalarına öğretilemez. Bundan görülüyor ki teknolojileri de içerdikleri belirsizliğe göre sınıflandırmak mümkündür. Örgüt yapısını belirleyen üçüncü bir etken olan stratejiye ve bunun çevresel ve teknolojik etkenlerle nasıl etkileştiğine aşağıda değinilecektir. Burada şu gözleme yer verilebilir: Belirsizlik insanın çevre üzerindeki kontrolünü azaltan bir etken olarak örgütlülüğün antitezidir. Bu nedenle her örgüt ve her örgüt yöneticisi karşı karşıya olduğu belirsizlik seviyesini asgariye indirmek için çaba harcar.

Tarihe bakıldığında bilimsel ve teknolojik birikimin başlangıç dönemlerinde çevresel ve teknolojik belirsizlik düzeyinin düşük olduğu, bu birikimin artmasıyla belirsizliğin de arttığı görülüyor. İlk bakışta çelişkili gibi görünen bu durum bilim ve teknolojinin geliştikçe insanın doğa hakkındaki görüş ve bilincinin de değişmesinden kaynaklanıyor. Bilgi birikimi bir yandan insanın hareket kabiliyetini artırmakta, öte yandan da bu birikimin yetersizliğini ortaya koymaktadır. Dahası, doğal ve toplumsal fenomenleri açıklamak için mutlak olmayan, ihtimali genellemelerden öteye gidilemeyeceği anlaşılmaktadır.

Kapitalizm öncesi dönemlerde mal ve hizmet üretimi istikrarlı bir devinim içinde, yani geleceğin önceden tahmin edilebileceği sosyal bir ortamda gerçekleşiyordu. Kullanılan teknolojiler basit ve çözümlenebilir türden olmakla birlikte zanaatkarlar ve loncaların denetimi altında tutuluyor, üretilen malın değeri onu yapanın ustalık ve maharetine göre değişiyordu. Sistemin zayıf yanı ürün kalitesinin tesadüfe bırakılmış olmasıydı. Sanayi devriminin gerçekleşmesiyle makina kullanımının artması kapitalist üretim biçimine geçişi hızlandırdı. Bu dönemde çevresel ve teknolojik koşulların eskiye oranla çeşitlendiği ve daha karmaşık bir niteliğe büründüğü görülür; ancak değişim hala istikrarlıdır. Kapitalist işletme sahibi için ortadan kaldırılması gereken iki tür belirsizlik söz konusu idi. Önce üretimin usta ve zanaatkarın hüner ve maharetine bağımlı olmaktan çıkarılması gerekiyordu. Bu teknolojik belirsizliği kırmak için en kestirme yolun iş bölümü ve buna bağlı olarak da standardizasyon olduğu anlaşıldı. Kullanılan teknolojiler çözümlenebilir türden olduğu için üretim süreci birbirini izleyen ve kolaylıkla öğrenilebilen safhalara bölünebilir ve zanaatkar yerine düz işçi kullanılabilirdi. Bununla birçok amaç yerine geldi: Zanaatkarların tekeli kırıldı; insanlar makinalara tabi kılınınca denetim kolaylaştı ve örgütlerin sermayedar tarafından kontrolü imkan dahiline girdi. Basit görevler yüklenen işçiler kısa bir eğitimle uzmanlaşıyor, ama kolay kazanılan bu uzmanlık onlara bir ayrıcalık getirmiyordu. Üretilen mallar standart hale geldiğinden artan nüfusun ihtiyacını karşılayacak miktarda üretim yapılabiliyor, bu da sermaye birikimini kolaylaştırıyordu. Bu gelişmeler kitlesel üretim yapan işletme türünü ortaya çıkardı. Bu üretim türünde yaratılan değer ustanın hüner ve maharetiyle değil ürünün tasarımı ve nitelikleriyle ölçülebilir. Amaç, kaynakların olabildiğince verimli şekilde kullanılması, emek ve sermaye üretkenliğinin azami seviyeye yükseltilmesidir. İş ve görev bölümünden dolayı personel arasında hem yatay, yani uzmanlık alanlarına göre, hem de dikey, yani yetki derecesine göre farklılaşma arttığından örgüt yapısı karmaşıktır. Standardizasyon nedeniyle kural ve yönergelerin sayısı artacağından formalizasyon düzeyi çok yüksektir. Bunlara paralel olarak karar mekanizmaları da belli noktalarda yoğunlaştığından merkeziyetçi bir yapı oluşur.

Kitle üretimi yapan işletmelerde teknolojik belirsizlik böyle aşağıya çekildikten sonra çevreden gelen belirsizlik de azaltılabilir. Bu belirsizlik talep yapısından kaynaklanan bir belirsizlik değildir; tüketici zaten bu işletmelerde çalışan fazla eğitim görmemiş işçilerden başkası değildir ve bunların beklentileri de sınıflandırma ve standardizasyona elverişlidir. Belirsizlik daha çok hammadde ve malzeme temininde, nakliye, dağıtım, satış sonrası servis gibi faaliyetlerde söz konusu olabilir. Firmalar bunu da asgariye indirmek için dikey entegrasyona giderek bu faaliyet alanlarına da girmeye başladılar. Sanayi devriminin yarattığı bu işletme biçimi zamanla tam bir bürokrasiye dönüşmeye yüz tutmuştur. Temel özellikleri hiyerarşik yapı ve komuta-kontrol ilkesine bağlılıktır. Aynı işi yapanların bir araya getirilmesiyle fonksiyonel departmanlar ortaya çıkmıştır. Yetki zincirinde aşağıya doğru gittikçe görev farklılaşması da arttığından örgüt yapısı piramite benzer.

Bu yapı aslında öteden beri var olan hiyerarşik yapının gelişmiş bir şeklinden ibarettir. Operasyonel öncelik, verimlilik ve üretkenliğin artırılmasıdır. Bu yönde alınacak önlemlerin başında ise maliyetleri düşürebilmek için tüm faaliyet alanlarında büyüklük kazancından yani ölçek ekonomilerinden yararlanmak gelir. İşletmeleri büyültmek genelde karlılığı da yükseltir. Çözümlenebilir teknolojiler uygulanması her faaliyetin mümkün olan en randımanlı biçimde tasarlanmasına yani optimizasyona imkan verir. Optimizasyon yaklaşımı endüstri mühendisliğinin kurucusu diye de anılan Taylor'un çalışmalarıyla yaygınlaşmış ve büyük başarı sağlanmıştır.

Bürokratik örgütlenme bugün de en yaygın örgütlenme biçimidir. Ancak bilim ve teknoloji ilerledikçe bürokratik yapının bazı revizyonlar geçirdiği görülüyor. Teknoloji daha karmaşık bir hale geldikçe kural, prosedür ve yönergelerle standardizasyon sağlamak güçleşir. Bu aşamada standardizasyonu gerçekleştirmek için eğitimden yararlanmak daha etkili bir yöntem olarak ortaya çıkar. Kişilerin değişik durumlarda doğru karara ulaşabilmeleri, üniversitelerde elde edilebilecek bilgi ve beceri donanımı ve profesyonel ahlakla sağlanabilir. Hastane, adliye ve üniversite gibi kurumlarda standart davranış öteden beri bu yöntemle sağlanmaktadır, aynı yöntem diğer iş örgütlerinde de geçerli olabilir. Buralarda çalışan profesyoneller uzmanlık alanlarında karar yetkisine sahip olmalarına karşın bu yetkiyi belirli normlara uygun şekilde kullanırlar. İdari açıdan ise normal bürokrasi kuralları geçerlidir. Literatürde "profesyonel bürokrasi" adı verilen bu örgütlerin özelliği teknolojinin çok daha karmaşık olması nedeniyle formalizasyon ihtiyacının sosyal bir süreç sonucu kazanılan normlar vasıtasıyla karşılanmasıdır (9).

Kısaca özetlemek gerekirse günümüzde de yaygın olan hiyerarşik-fonksiyonel örgüt, istikrarlı ortamlarda çözümlenebilir teknolojiler kullanmış, bu sayede iş bölümü ve standardizasyon imkanlarından sonuna dek yararlanarak uzmanlaşmak suretiyle emek ve sermaye üretkenliğini azami ölçüde artırmış, çok da başarılı olmuştur. Buna Taylorizmin zaferi diye bakılabilir. Endüstri mühendisleri bu ortamda problemlere optimal çözümler arayarak standartlaştırma işlevini başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Bu merkeziyetçi örgütlerde hedef, verimlilik ve üretkenliği artırmaktır. Firmanın etkili olması için bu yeterlidir. Ölçek ekonomilerinden yararlanmak ve çevresel belirsizliği asgariye indirmek amacıyla firmalar alabildiğine büyümüşlerdir. Kitlesel üretim yapan bürokratik firmaların genelde izledikleri strateji Miles ve Snow'un sınıflandırması kullanılırsa "korumacı" bir strateji olarak nitelendirilebilir (3). Önde gelen Amerikan firmalarının tarihini inceleyen Chandler ise bu firmaların büyüme stratejisi izlediklerini ve ortaya çıkan yapının da bu stratejinin sonucu olduğunu ileri sürmüştür (4).

Taylorizmin etkisi kapitalist ekonomilerle sınırlı kalmadı, standardizasyon ve verimlilik maksimizasyonu doktrinleri sosyalist ülkelerce de benimsendi; hatta bu ülkeler bir adım daha ileriye giderek tüketimi de standartlaştırmaya kalkışan aşırı merkeziyetçi komuta ekonomileri kurdular. Yani sosyalist ülkeler bir yandan kapitalizmin iç çelişkileri nedeniyle çökeceğini iddia ederken öte yandan kendileri de aynı örgütsel yapıyı benimsediler. Kapitalizmin iç çelişkisi sermaye ile emek arasındaki çıkar anlaşmazlığı olarak görülüyordu ve gerçekten bir mantığı da vardı: İşgücü standardizasyon yoluyla yerine yenisi kolayca konulabilen bir meta haline getirilince sermaye karşısında sürekli değer yitirecek, ortaya çıkan gerginlik, sonunda sistemin çökmesiyle noktalanacaktı. Ama öyle olmadı. İşgücünün verimliliği sermaye ikamesi yoluyla o denli artırıldı ve işçi gelirleri o denli yükseldi ki toplumsal gerginlikler büyük ölçüde bertaraf edildi. Bir anlamda Taylorizm Marxizme galebe sağladı ve sonunda çöken kapitalizm değil sosyalist ekonomiler oldu. Tabii bunu söylerken sosyalistlerin Taylorculuğu hiçbir zaman bütün gerekleriyle uygulamadıklarını, bunun zaten onların istihdam politikalarıyla bağdaşamayacağını da eklemek gerekir.

Ana Sayfa | Etkinlikler | Birikimler | Ülke Gündemi | Biz Bize | Dağar | Siteler | Sanat | Başka Şeyler